Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-I Nuh Fassı’ndan (III) alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l- Arabî olan, Tercüme Ve Şerhi Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmış bulunan, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları(İFAV) (1983) arasında Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve (merhum) Dr. Selçuk Eraydın tarafından yayına hazırlanarak, 2017’de 7. Baskısı yapılmış olarak çıkan bu cildin III. / NUH FASSI bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Ehl-i hakâyık indinde Allah Teâlâ için ne ıtlâk (mutlaklık) ve ne de takyîd (ıtlâk’ın zıddı) vardır. Zîrâ Cenâb-ı ilâhî, yani hazret-i ulûhiyyet, ilâhî isimlerin tümünü câmidir (toplayıcıdır).”

” Tenzîhin tahdîd ve takyîd oluşu ulûhiyyet mertebesindedir. Ahadiyyet mertebesinde tenzîh ise şirk isbâtıdır. Çünkü ahadî zâtı tenzih için ondan gayri bir şey isbât etmek lâzım gelir. Halbuki o mertebede ne isim ve ne de sıfat ve na’t mevcûd değildir. Cümlesi ahadî zâtta yok olmuştur; ve zâtın gayrı itibarolunacak bir şey yoktur.”

” O halde tenzih eden kimse ya câhildir, veyahut sû-i edeb ( kötü edeb) sahibidir. Yani Hakk’ı mümkün noksanlıklardan ve insânî kemâllerden tenzîh eden kimse ya câhildir: yani tenzîh, Hakk’ı, mevcûdâtın tümünden ayırmak ve onun zuhurunu bazı mertebelere tahsîs etmek olduğunu ve oysa mevcutların hepsinin kendi zâtları ve varlıkları ve kemâlatları ile Hakk’ın mazharları (zuhur yerleri) olup, Hakk’ın onlarda zâhir ve onlara tecellî eden olduğunu ve onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Hak onların zâtlarıyla, varlıklarıyla ve bakâlarıyla (bekâlarıyla) ve bütün sıfatlarıyla beraber olduğunu; ve belki bu sûretlerin hepsiyle zâhir olan ancak Hak bulunduğunu; ve bu sûretler asâleten Hakk’ın ve tâbi olmak suretiyle halkın ne olduğunu bilmez. Dolayısıyla Hak üzerine bu cehli ile hükmedip onu bazı mertebeler ile kayıdlanmış kılar. Veyahut tenzih eden kimse bu zikrolunan hakikatleri bilendir. Bu sûrette o kimse Allah’a ve resûlüne karşı kötü edepde bulunmuş olur. Ve tenzîh eden câhil ile kötü edeb sâhibi, ya mü’min veyâhut gayr-ı mü’min olur: Eğer tenzîh eden mü’min olup da bu tenzihi indinde durur ve oradan ileriye gitmez ve teşbih makamında, teşbih edip âlemin kemâlâtını Hak hakkında isbât etmez ise, kötü edep etmiş ve peygamberleri ve ilâhî kitapları tekzîb eylemiş olur. Zirâ ilâhî kitaplarda Hak kendisinin Semî’ ve Basîr ve Hayy ve Kayyûm ve Mürîd olduğunu beyan buyurmuş ve peygamberler dahi bu gibi ilâhî sıfatları haber vermişlerdir. Tenzîh eden kimseler ise bu tekziblerinin farkına varmazlar; ve bu tekzîb ile kendilerinde marifet hâsıl olduğunu ve mümin ve muvahhid olduklarını zannederler. Halbuki bu zanlarıyla hakiki maarif ve yakînî iman ve sırf tevhidden uzak düştüklerini bilmezler. Ve onlar ilahî kitapların bazılarına iman ve bazılarını inkâr eden kimseler gibidir. İşte mümin olup şerâyi’ ile kâil tenzih edenin hâli budur. Gayr-ı mümin olanlara gelince: Bunlar ister fen erbâbı ve felsefeciler gibi yalnız akıllarının muktezâsına tâbi’ olan kısımdan olsun, ister bunlara tâbi’ olan felsefecileri taklid edenler olsun, zaten onlar hayret ve dalâlete düşmüş ve”Biz bir muallimin ta’limine muhtaç olmaksızın fen ve akıl ile hakikati idrak edebiliriz” iddiasında kalmış bulunduklarından kelâmlarının bâtıllığının vuzûhı hasebiyle bu tâifeyi Hz. Şeyh (r.a.) kaale bile almadı.

Yani Allah katından inmiş olan şeriatlerın lisanı, Hak Teâlâ Hazretleri hakkında birşey söylediği vakit, peygamber onu kavminin lisanı üzere söyler; ve öyle lafızlar ile söyler ki, kavminin hepsi o lafızları işittikleri vakit vehle-i ûlâda (ilk anda) zihinlerine gelen manâlarını zâhiri üzere alırlar. Zîrâ Hakk’ın hitabı umûmadır. Nitekim Câfer Sâdık Hazretleri : “Hak Teâlâ kullarına kendi kelâmında tecellî eyler, velâkin onlar bilmezler” buyurur. Ve (S.a.v.) Efendimiz hadîs-i şerîflerinde “Kur’ân’ın zahrı(dışı) ve batnı (içi) ve haddi(sınırı) ve matlaı(doğacağı yeri) vardır.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked