“Sömürgecisiyle hesaplaşma iradesini ortaya koyan sömürge aydınının en büyük meselesi: DİL.”

 

Mustafa Özel‘in, bu ayın Derin Tarih dergisindeki (sayı: 72 /Mart2018) “Sömürgecinin Diliyle Savaşmak” başlıklı yazısında geçiyor başlıktaki ifade. Bu yazının üç yerinden birer alıntı sunacağım.

(…) Achebe, İngilizce öten en sevimli kara kanarya. Kararlı ama mahçup. “Afrikalı Yazar ve İngiliz Dili” başlıklı konuşmasında (1964), bir insanın kendi ana dilini bir başkasının dili uğruna terk etmesinin “korkunç bir ihanet gibi göründüğünü ve insana suçluluk duygusu verdiğini” itiraf etmesine rağmen kendisi için İngilizce yazmaktan başka seçenek olmadığını söylüyor: “Bana bu dil verildi ve onu kullanmak niyetindeyim. Fakat bu, kendi ata yurduyla bağlantılı olsa da Afrika’daki yeni ortamına uyacak biçimde değiştirilmiş yeni bir İngilizce olacaktır. (…)

(…) Sömürgecisiyle hesaplaşma iradesini ortaya koyan sömürge aydınının en büyük meselesi: DİL. Ona kendi kabile diliyle hitap etse, yerli ama yerel kalacak. Kendi dili, küresel/evrensel ve hatta ulusal bir iletişime imkân vermeyecek. Sömürgecinin diliyle konuşsa, manevî boyunduruğu reddetmiş olmayacak! Bunu ilk farkedenlerden biri James Joyce idi. Kurguladığı en önemli karakterlerden (İrlandalı) Stephen Daedalus, (İngiliz) üniversite yöneticisi ile iletişiminin ruhunda nasıl yıkıcı etkiler yarattığını şöyle dillendiriyordu: “Konuştuğumuz dil benim olmadan önce onun dili. ‘ev’, ‘İsa’, ‘bira’, ‘usta’ kelimeleri ikimizin ağzından ne kadar bambaşka çıkıyor! Ben bu kelimeleri ruhum tedirgin olmadan konuşamıyorum, yazamıyorum. Bana bu derece yakın ve bu derece uzak olan bu dil, benim için her zaman sonradan edinilmiş bir dil olarak kalacak. Kelimelerini ben yapmadım, ben benimsemedim. Sesimle kendimden itiyorum bu kelimeleri. Onun dilinin gölgesinde ezilip büzülüyor ruhum.” (James Joyce: Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, İletişim, 2011, s.204.) (…)”

“(…) Afrika çocuğu sömürgecinin trajedisini yazamaz; çünkü beceriksizce muhatap olduğu talihsiz bir 20 poundluk rüşvet yüzünden mahkemelik olur. Achebe’ye de onun trajedisini yazmak düşer. Romanın gerçeği bu. Sömürenden önce, sömürülenin trajedisine ses vermek. Ortaya çıkan metnin “gerçeğin romanı” olup olmadığını tespit ise sadece bir fikir temrini değil, aydınlığın yüreğine doğru yol almaktır!

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked