“Fusûsu’l-Hikem’e Önsöz”den alıntılar

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismi ile başlarım. Her ne kadar ümmetlerin ihtilâfından dolayı dinler ve mezhebler muhtelif ise de, hikmetleri, müstakîm olan yolun birliği ile en önceki makamdan kelimeleri kalblerin üzerine inzâl eden Allah’a hamd olsun.”

Yani nimet rahmeti ile bi’l-cümle şeylere varlık veren ve zorunlu rahmet ile bazı kullarına tecellî etmiş olan kemâlâtın tümünün sâhibi bulunan Allâhü zü’l-celâl hazretlerinin şerefli ismiyle bu Fusûsu’l-Hikem’i yazmaya başlarım demek olur. “Nimet rahmeti” ile “zorunlu rahmet”in ayrıntısı Süleymânî Fass’da gelecektir.”

“Şeyh-i Ekber (En büyük Şeyh/ Muhyiddin İbnu’l- Arabî)) (r.a.) bir hadîs-i şerîf ‘e tâbi olarak kitaba besmele-i şerîfe ile başladıktan sonra, hamd ü senâ kemâlâta ait olduğu ve oysa tüm kemâlat (olgunluk) Allahü zül-Celâl hazretlerine özgü bulunduğundan besmele-i şerîfeden sonra hamd’i zikr etti ki, hamd’ın tumu Allah’a özgüdür demek olur. Ve hamdde üç vecih (yön) vardır :

Birincisi Hak’tan halka olan hamddir ki, bunun delili “Şüphesiz Allah (rahmeti ve nimetleriyle) ve melekleri (de onun bağışlanması için dua ederek), peygambere salât ve selâmda bulunurlar. Ey iman edenler! Siz de ona salavat getirin, ona tam bir bağlılıkla selâm verin (kendisine baglılığınızı bildirin).” ( Ahzâb, 33/56) ve “O’dur ki, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize bolluk ve bereket indiriyor ve O müminlere çok merhametlidir.” (Ahzâb, 33/43) kerîm âyetleridir. Bu sûrette Hak hâmid(hamd eden) ve halk mahmûddur (övülmüştür).

İkincisi halktan Hakk’a hamddir ki, bunun delili de “O’nu yedi gök ile yer ve bütün bunlardaki akıl sahibi varlıklar tesbih eder ve hattâ hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamdederek tesbih etmesin ve fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O gerçekten hiç acele etmeyendir, çok bağışlayandır.”İsrâ, 17/44) ve “Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icra edilip ‘âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun’ denilmektedir.” (Zümer, 39/75) ve benzer Kur’ân âyetleridir. Bu sûrette Hak hâmid (hamd eden) ve halk mahmûddur (övülendir). Bu tarafta üç sûret vardır:Kavlî, fiilî, hâlî

(…)

“Bilinsin ki, ‘salât’ Allah tarafından rahmet, ve melekler tarafından istiğfar, ve kul tarafından dua ve huzû’dur (alçak gönüllülük). Ve ilâhî rahmet her şeyin kabiliyeti ve talebi hasebiyle o şeye ilişkin olur. Dolayısıyla rahmet, âsîler ve günahkârlar üzerine Hak katından afv ve magfiret ile zuhurdur. Ve afv ve magfiretten sonra kul cennetle nimetlenen olur. (…) Ve ârifin üzerine olan rahmet ise, bu nimetler ile yakînî ilimler ve hakikî marifetler feyizlendirmesidir. (…) Ve rahmet (S.a.v.) Efendimiz’in kalb ve rûhuna ilişkindir. (…) Muhammedî hakikat zâtî ve esmâî tecellîler mertebelerinin en yükseğidir. Ve onun feyzi bi’l-cümle nurların menbaı olan ilâhî toplayıcı isimden vâkı olur. İşte bunun için Hak Teâlâ (anlam olarak) : “Süphesiz Allah (rahmeti ve nimetleriyle) ve melekleri (de onun bağışlanması için dua ederek), peygambere salât ve selâmda bulunurlar. (…)” (Ahzâb, 33/56)

  1. Sözel Hamd: Enbiyâ (aleyhimü’s-selâm) ın lisânı üzere Hakk’ın kendi nefsine övdüğü şeyle kulun lisânen hamdidir.
  2. Fiilî Hamd: İlâhî yönü taleb ederek ve onun kerîm cenâbına yönelerek kulun hayırlar ve ibadetlerden bir takım bedenî ameller îfâ etmesidir. Bu sûrette kul, her bir organını, ne için yaratılmışsa, Hakk’a ibâdet kasdıyla meşrû yön üzere kullanır. Ve bu hususta nefsinin hazlarını düşünmez.
  3. Hâle ait Hamd: Rûh ve kalb hasebiyle vâkı olur. O da kulun ilmî ve amelî kemâlâtı ile vasıflanması ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanmasıdır. Üçüncüsü halktan halka olan hamddir. Bu sûrette hamdeden ve övülen halk olur. İbrahimî Fassda tafsil olunduğu üzere, bu tür hamd’ın Allah için olmasının yönü budur ki, Hak belirme yönüyle hamdedenin sûretinde zâhirdir; ve hamd ile kendi kemâlâtını izhâr eder. Ve her övülmüş olan halkın sıfatı bulunan övülme dahi, övülmüş sûretinde kemâl ile tecellî olmuş bulunan Hakk’ın ”hakikati”dir ki, övülmüş o kemâl sebebiyle hamde müstehak olur. Dolayısıyla hamd, Hakk’ın kemâlâtından bir kemâlin sıfatıdır ki, Hakk’ın hakîkatinden ortaya çıkar. (…) Ve hamd çıktığı yer itibariyle kâmil ve eksikli olur. Dolayısıyla kâmilden ortaya çıkınca kâmil ve nâkıstan çıktıkça eksikli olur. Cenâb-ı Şeyh (r.a.) son velâyet makamında belirmiş olduğundan, onun hamdi, kendisi gibi tüm övmelerin en toplayıcı olanıdır. ”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked