“Bir Âlim Hocasını Nasıl Anlatır?”
Prof.Dr. İsmail Kara‘nın, alıntı olarak bu yazının da başlığını teşkil eden başlık altında çıkan yazısının (Derin Tarih, Kasım 2023) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Artık hoca olmuş bir talebenin hocasını anlatma tarzını görmek amacıyla 20. yüz yılın ilk çeyreği biterken Bereketzade İsmail Hakkı tarafından yazılmış bir metni dikkatlerinize sunuyoruz. Metinde Mustafa Şevket Efendi‘nin ilimdeki derecesi kadar ders okutmak hususundaki aşkının, ilim adamlığını aynı zamanda bir yaşama tarzı hâline getirmesinin, ahlâkı ve derste ağlaması gibi dinî hassasiyetlerinin öne çıkarılması dikkati çekiyor. Burada sadece bilen biri değil aynı zamanda mesleğine bağlılığı ve yaşama üslûbu itibariyle de ‘taklit’ edilmesi gereken bir şahsiyet anlatılmaktadır; ilim kadar ahlâk da önemlidir.
Okuma yazmanın çok kıymetli olduğu ve dînî-manevî bir karakter taşıdığı zamanlarda (eski dünyada mı demeli?) ilim gelenekleri ve kültürü cemaat-cemiyet içinde çok çeşitli, canlı ve fonksiyonel veçheler kazanmış, ayrıca alt kademelerinde başka gelenekler ve teamüller de doğurmuştur. Bu anlayışta her şeyden önce ilim kişinin/ bilgi sahibinin (bireyin) kendisiyle başlamaz ve onunla bitmez. İlmin en üst mertebelerine yükselen zevat bile metinlerinin dibacesini (girişini), derslerinin sonunu “Allahu a’lemu bi’savab”la bitirir; doğru olanı en iyi Allah bilir diyerek hatime çekerdi. (Latife yapalım; şimdiki medyatik hocalar doğrunun en âlâsını şeksiz şüphesiz kendileri biliyorlar, hem de âyet ve hadisler üzerinden…)
Bizdeki icâzet geleneği meselâ, hocanın talebeye verdiği ‘diploma’, ilmin-bilginin kaynağını son halkadan / icâzet sahibinden geriye doğru, olabildiğince kesintisiz olarak Hz. Peygamber’e, oradan Cenâb-ı Allah’a kadar çıkarır. Bu tavır alış aynı zamanda, ilim üzerinden hürmet ve muhabbet halkaları da oluşturan, hassâsiyetler / husûsiyetler tesis eden bir mensûbiyettir, bir silke ve meşrebe dâhil olmaktır. (Tarikat silsileleri de böyledir, hatta esnaf-meslek silsileleri bile bir peygambere, bir sahabiye, bir veliye çıkar. Onun için hem ilim ve irfanda hem de mesleklerde şeyh ve halife/kalfa üsta/d ve baş talebeler için kullanılır.)
Kurumsal olmaktan ziyade birebir hoca-talebe, şeyh-mürit, usta-çırak münasebetleri de bu halkalar ve zihniyet dünyası içinde teşekkül eder; ilimde, irfanda, sanatta mütebahhirlik, biriciklik varsa ve olacaksa bu mensubiyetler ve anlayış içinde olacaktır. İlmin âdâbı erkânı da…
Bir talebe hocalık yapmaya, ders okutmaya, kitap telif etmeye başladığı zaman ‘doğru’ bilgi ve yorum konusunda yahut yeni fikirler geliştirme, yeni yollar açma, yeni üsluplar tutturma bahsinde hocasına bağlılığı mutlak olmaktan çıkar; ilim vadisinde hocasını tenkit ve tashih etme yetki ve salahiyeti vardır; hattâ bu onun için bir vazifedir artık. Fakat âdap-erkân ve hürmet-muhabbet devam ettiği (ilim ahlâkı ve silsilesi icabı devam etmesi gerektiği) için tenkidi, farklı-zıt fikir açıklamayı incelmiş bir üslup dahilinde yapar; özneyi gizler meselâ, meseleyi öne çıkarır, bazen ancak ehlinin anlayabileceği şekilde bir ifade tarzı tutturur. Çünkü ilme hürmet hocaya hürmetten öncedir, ve fakat bu ilke diğerini gözetmeyi ortadan kaldırmaz. (…)
Bu vadide sözü şimdilik daha fazla uzatmadan 20. yüzyılın ilk çeyreği biterken Bereketzâde İsmail Hakkı (1851-1918) tarafından yazılmış bir metni, artık hoca olmuş bir talebenin hocasını anlatma tarzını dikkatlerinize sunmak istiyorum. Sonra onun üzerinde de bir miktar konuşacak, bazı ilavelerde bulunacağız.
Fatih Dersiâm-ı Mûcizlerinden Üstâd-ı Muhteremim Şevket Merhûmun Terceme-i Hali (Mustafa) Şevket Efendi on üçüncü karn-ı hicrîde (hicrî asırda) zuhur eden ulema-yı Devlet-i Aliyye’nin ekâbir-i meşâhirindendir (ünlü kimselerin büyüklerinden). Genç iken vefat eyledi, fakat cihan-ı ulûmu (ilimler cihanını) talim ve tedris ile ihya etti. Efâzıl-ı asırdan (asrın seçkinlerindendir).
Tercüme sahibi -rahimehullâh- hayatının vakitlerini ilimler tedrisine hasr ve vakf eylemiş olduğundan ilmî kemâlleri nispetinde baslıca büyük eserler tahririne (yazımına) vakit bulamamıştır; bununla birlikte fünûn-ı şettâya (çeşitli fenlere) dair camiler ve medreselerde sıra dersleri olarak okunan kitapların ve muteber eserlerin hemen hepsine pek dakîk (ince) ve derin (amîk) düşünce içeren notlar yazmış ve bazı muhtelif risâleler telif etmiştir. Böyle yazılarını içeren kitapların çoğu defalarca tab’olunarak ilim talebelerinin mütalaasında elden ele dolaşmıştır. Risâleler de ilim ve düşünce anlamında zenginliği temsil etmiştir.
Adı geçen kişi zühd ve takva ile zâtını ve sıfatlarını süslemişti.
Hazreti Akdes’in (akdes: en mübarek/kutlu) zâtına ilişkin yüksek meseleleler ve sıdk ile istikâmete dair yüce bahisler anlatıldığı esnada hakikat şevki ve korku – haşyet kemâli ile kalbi teheyyüc eder (heyecana kapılır) ve gözleri yaşarırdı.
Hâlâ unutamam: Bir gün hadis usûlü’nden Davudu’l-Kayserî okuturken sahabe-i kirâm’ın “Yâ Resulallah, zât-ı risâlet-meâbınıza şeyb (ihtiyarlık, saç-sakal ağarması) pek çabuk girdi…” demeleriyle mişkât-ı sadr-ı nübüvvetten ” Şeyyebetni Sûretu Hûd” (Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı) sâdır olmuş ve sûre-i şerife’nin ne ciheti buna bâis (sebep) olduğunu tekrar sorduklarında “Fe’stakım kemâ ümirte (Emr olunduğun gibi istikâmet üzere ol.” (Hûd,11/112) Emri(nin) ihtiyarlığı hızlandırdığı) beyan buyrulmuş diye söylediği sırada kendini zapt edemeyip ağladı ve tedris halkasına hayret ve teessür istilâ etmekte ifade ve istifade birkaç dakika kesildikten sonra o gün artık dersi tamamlayamadı. Bu çekilme hâli Kadı Beydavî Tefsiri’ni okuttugu zamanlarda da bir iki kere kendisinde zuhur eylemişti. Şevket Efendi 1253 (1837-1838) tarihinde Dersaadet’te dünyaya gelmiştir. İsmi Mustafa ve pederi tabip miralayı mütercim Salih Rıfkı Bey’dir. (…)”
No Comments