“Yaratılışın kokusunu duyamayanlar, varlığın sırrına eremezler.”
İbrahim Kalın‘ın “BARBAR MODERN MEDENÎ -Medeniyet Üzerine Notlar-” kitabının (İnsan Yayınları, Birinci Baskı 2018) bazı yerlerinden yapacağım alıntılamalar (ilki de s. 15’den bir cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
“Bu ontolojik daralmanın yıkıcı sonuçlarının henüz farkında değiliz. Varlığın, var olan şeylerin toplamından ibaret olduğunu sanıyoruz. Oysa vücûd (varlık) mevcûdâta (mevcutlara) indirgenemez. (…) Bir kitabı okumak demek, onun materyal niteliklerinin ötesindeki manâsını ve mesajını anlamak demektir. (…) Aynı şey insan için de geçerlidir. İnsan, bedensel uzuvlarının toplamından daha fazla bir varlıktır. (…) Bu açıdan baktığımızda varlığın bir bütün olarak idrak edilmesi, tek tek varlıkların toplamından daha fazla bir hakikat ile temas etmek demektir. (…) Varlığın sırrı, kendini bize farklı şekillerde takdim eder. (…) Bilim ve felsefenin yanı sıra dinî düşünce ve sanat da varlığın kapısını aralamamıza imkân sağlayan yollardır. Fakat hangi bilme metodunu kullanırsak kullanalım, bunların hiçbiri varlığın sırrını tüketemez. (…)
Varlığın sırrı, yani neden yok değil de var olduğumuz meselesinde şunu ifade etmekle yetinelim: Yaratılış olarak var olma, bizi varlığın kaynağı ile her daim irtibat halinde tutar. (…) Yaratılışın kokusu, varlığın sonsuz tezahürlerinde çıkar karşımıza. (…) Yaratılışın kokusu, bize büyük varlık dairesinin hikmeti hakkında bir fikir verir. (…). (…) Sesin kozmik ahengini yitirdiği, kokunun kozmetik sanayiine indirgendiği bir gürültü ve imaj çağında yaratılışın ritmini hissetmek kolay bir iş değildir. (…) Oysa insana musahhar kılınmış âlemin anlamlı ve yaşanabilir bir yer haline gelmesi için, varlığın sırrına erişmeğe ve yaratılışın kokusunu duymağa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. (…) Bir gülü hemen şimdi açmağa ve kokmağa zorlamak nasıl absürt bir çabaysa, varlığı şu veya bu gerekçeyle teslim almağa çalışmak da o derece anlamsız ve beyhude bir uğraştır.
Varlığın, bizim onun hakkındaki düşünce ve tasarruflarımızdan daha fazla bir hakikate sahip olduğu gerçeği, geleneksel metafiziğin temel ilkelerinden biridir. (…)
Bugün Batı’nın medeniyet adına söyleyecek sözü tükeniyor. İslâm dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor.
Medeniyetin özünü teşkil eden medenîlik, insanın kendine ve evrene karşı takındığı ahlâkî ve insânî tutumları şekillendiren bir değerler manzûmesidir. Medenî olmayan toplumlar medeniyet kuramazlar. Kurdukları şey medeniyet değil, ancak bir maddî-teknolojik tahakküm aracı olabilir.
Kitabın başlığı, içinde bulunduğumuz durumu tasvir etmeyi amaçlıyor. Bugün barbarlığı, modernliği ve medenîliği aynı anda tecrübe ediyoruz. İstediğini zorla ve rasyonel-ahlâkî olmayan yöntemlerle elde etme çabası olarak barbarlık, farklı biçimlerde yaşamağa devam ediyor. Modernlik, ilerleme, kalkınma, ulusal çıkar, uluslarası düzen, ekonomik fayda, verimlilik vs. adı altında insana ve tabiata karşı yapılan barbarlıklar, uzun bir liste oluşturuyor. (…) Çevre krizi ve küresel ısınma gibi sorunlar, dipte yaşanan zihin ve ruh krizinin tezahürlerinden sadece bazıları. (…) Netice itibariyle modernlik ve ilerleme adına barbarlığın yeni şekiller aldığı bir çağda yaşıyoruz.
(…) Geleneğin yerine seküler- ilerlemeci bir varlık tasavvurunun inşa edilmesi anlamında modernlik, son birkaç yüzyılın temel anlatılarından birini oluşturuyor. (…) Fakat kesin olan bir şey varsa o da barbarlığın ve modernliğin eş zamanlı yaşanan süreçler olduğudur. (…) Bilim ve teknolojinin sunduğu yeni imkânlarla giderek daha yıkıcı ve yok edici hale gelen modern toplumlar, barbarlığın tarihte görülmemiş örneklerine imza atabiliyor.
Üçüncü halimiz, medenî olmak. (…) Burada yalın bir şekilde söylemek gerekirse medenîlik, bir şeyi aklî ve ahlâkî kurallar çerçevesinde yapmayı ifade eder. Bir dünya görüşü ve varlık tasavvuruna dayanan medenî olma hali, en sade topluluk yapılarından en karmaşık toplumsal ilişkilere kadar her alanda tavır ve tutumlarımızı belirler. (…) Bu manâda modern sanayi toplumları barbar olabileceği gibi, maddî refah seviyesi düşük olan topluluklar medenî olabilir. Medenîlik ile maddî güç arasında doğrusal bir ilişki yoktur. “
“Bir tutum olarak medenîlikten, bir durum olarak medeniyete geçişte kaybettiğimiz değerler nelerdir? İbn Haldun’un iddia ettiği gibi medeniyetin sağladığı maddî imkânlar, bizi medenîlikten uzaklaştırır mı? Medeniyet, medenîliğin zıddı mıdır? “
“Avrupa sömürgecilik hareketlerinin, Aydınlanma ve bilim devriminin ardından yükselişe geçmesi ve modern barbarlığın en hunharca örneklerini ortaya koyması, medeniyet iddialarının kırılgan yapısı hakkında bizi teyakkuza sevk etmektedir. Kendine demokrat, başkalarına barbar bir tutum sergileyen 19.yüzyıl Avrupa devletleri, maddî medeniyet imkânlarından yoksun ama belki de dünyanın en medenî-insanî topluluklarını köleleştirirken, bunu ahlâken ve vicdânen meşrulaştırmak için de medenîleştirme kavramına başvuruyordu. (…) Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma adlı eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı edebiyatçı J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir. Freud’un Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları isimli kitabı, medeniyetin insanın derin duygularını ve güdülerini maskelemek için icat edilmiş bir soyutlama olduğunu savunan ve bu yüzden medeniyet karşıtı literatüre dâhil edilebilecek eserlerin başında gelmektedir.
İslâm inancı dünyanın geçici bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu söyler. Fakat bu, Allah’ın hikmet ve nizam üzere yarattığı ve bundan dolayı zatî bir değere sahip olan dünyanın büsbütün ihmal edilmesi anlamına gelmez. İslâm dünyadan kaçmaz; onu varlık hiyerarşisi içinde doğru bir yere oturtur. İnsanlara Allah’ın dünya üzerinde kendilerine verdiği nimetleri aramalarını, onlardan dolayı Allah’a şükretmelerini ve bu dünyadaki asıl amaçlarını hiçbir zaman unutmamalarını hatırlatır. Hedef, dünyaya köle olmadan onu dönüştürmek, işlemek ve insanlığın hayrına kullanmaktır. (…) Kâmil insanlar yokluk ve darlıkta da şükredebilen kişilerdir. (…)
Maddî varlık ve ekonomik hayata yönelik bu bakış açısı, İslâm hukukunun özellikle “muamelat” bahsinde yeni atılımlar yapmasını sağlamış ve ortaya kapsamlı ve uzun soluklu bir hukuk sistemi çıkmıştır.”
No Comments