Hamid Algar’ın “Nakşibendîlik” isimli kitabından alıntılar
“Şeyh Mehmed Esad‘ın vefatını öğrenmesi üzerine, tekkelerin kapanışından kısa bir süre önce onunla tanışmış bir seyyah olan Carl Vett şöyle yazmıştır: “Allah’ı tefekküre dalma yoluyla edinilen saf bir ilim kaynağı uçup gitti.”(dipnot: Vett, Seltsame Erlebnisse in einem Derwischkloster (Leipzig, 1931), s. ix. Bu ağıt yalnızca sınırlı bir anlamda olayın ispatıdır; çünkü Şeyh ardında hatırı sayılır bir manevî nesil bırakmıştır. Halifeleri arasında Düzceli Halil Efendi, Sarıyerli Nuri Efendi, Beykozlu Hulusi Efendi ve Bolulu Muhyiddîn Fendi sayılabilir. Aralarında en önemli olanı, ömrünün son senelerini geçirmek üzere Medine’ye gitmeden evvel hocası gibi Erenköy’de ikâmet eden oldukça saygın ve âlimâne zühd sahibi bir zât olan Sâmi Efendi’dir (Ramazanoğlu). İkâmetgâhında ancak çok az sayıda müridden fazlasını kabul etmesi mümkün olmamasına rağmen, mütesiblerinin çokluğu Suriye, Bosna ve Türkiye’den binlerce bağlısının her yıl hac mevsiminde etrafında toplanışıyla daha açık bir hale gelmiştir. Cumhuriyet döneminin Abdulhakim Arvâsî, Süleyman Tunahan, Beşiktaşlı Abdulhay Efendi, Sivaslı Şeyh İsmail veReşadiyeli Şerâfeddîn Efendi’nin de aralarında bulunduğu önemli Nakşibendî şeyhleri artık vefat etmişlerdir. İsmi zikredilenlerden bazıları açıkcası halife seçmekten kaçınmıştır; çünkü zamanın o kadar kötü ve kıyametin o denli yakın olduğunu belirtmişlerdir ki Naksi bendî geleneğinin faal bir şekilde devamı mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte genel olarak birçok Hâlidî Nakşibendî çizgisi halifeliği Anadolu’nun birçok bölgesinde var olmağa devam devam etmektedir. (…)
Halidî faaliyetlerinin en belirgin ve yoğun ifadesi, Nakşibendî şeyhleri, Şeyh Şâmil ve halefleri önderliğinde Rus emperyalizmine karşı yürütülen Dağıstânî direnç olmuştur. (dipnot: Dağıstan’daki Nakşibendîlerin menşeleriyle (kökenleriyle) alâkalı olarak bkz.,A.D. Yandarov, Sufizm Ideologiya Natsional’no-Osvoboditel’nogo Dvizbeniya (Alma Ata, 1975), ss.64-65.) Nakşibendî tarikatı Dağıstan’a ilkin 12/18. asırda Doğu Anadolu’nun Karadeniz yöresinden ulaşmıştır; ancak tarîkatın daha güçlü girişi yıllar sonra Mevlânâ Hâlid’in bir halifesi olan Amasyalı Şeyh İsmail’in birkaç Dağıstanlı müridinin Kafkas dağlıları arasında faaliyette bulunmasıyla başlamıştır (dipnot: Kufralı, Nakşibendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, s.183). Amaçları hem İslâmî olmayıp âdet denilen geleneksel yasayı ortadan kaldırıp bunun yerine şeriatın birleşik bir uygulamasını yerleştirmek ve Dağıstan içinde Rus idaresinin yayılmasına direnmektir (dipnot: Dağıstânî gazavâtın amaçlarıyla alâkalı kısa bir malûmât için bkz., Muhammed Tahir al-Qarakhi, Bariqat as-Suyuf ad- Daghistaniya fî Ba’d al- Ghazawat ash-Shamiliya, ed.I.Yu. Krachkovsky ( Moskova ve Leningrad, 1946), s.8.) Ne var ki bu şeyhlerin açık tarikat hüviyetleri belirsizdir: birçok olaydaki uyguamaları, takımadaların çoğu bölgesinde uzunca bir süre yayılmış halde kalan Şattari tarikatının geleneklerine dayanmaktadır. Bölgeye seyreltilmemiş biçimiyle Nakşibendî tarikatını tanıştıran Halidiyye olmuştur. Kimi nakillere göre Mevlânâ Hâlid’in Mekke’de ikâmet eden Abdullah Minangkabavî isimli Sumatralı bir halifesi olmuştur: silsilenin onunla, her ikisi de Mekke’de yaşamış olan ilkin Süleyman Kırımî sonra da Süleyman Zühdî’ye geçtiğine inanılır. Daha sonra birçok halifesi tarîkatı hem Sumatra hem de Cava’da yaymış olan Tanjung Pura’lı Şeyh Abdulvahhab’a geçer (dipnot: Syed Naghib al-Attas, Some Aspects of Sufism as Understood and Practised Among the Malays (Singapur, 1963), s.65.) Tarikat ayrıca Sumatra’dan Malay Yarımadası ve Güney Borneo’da Bandjarmassin’e geçmiştir (dipnot: Aboebakar Atjeh, Pengantar İlmî Tarekat (Uraian Tentang Mystik) (Bandung, 1964), SS.334-337.) Bununla birlikte zincirin dayandığı Mekke’de ikamet eden Abdullah bir Minangkabavî olmayıp mukaddes şehirde Mevlânâ Hâlid’in halife tayin ettiği Erzincanlı bir kişidir; Nakşibendiyye’yi Riau takımadaları ve Malay Yarımadası’na yayan Minangkabau’lu olup Hicaz’dan ayrılışının akabinde Abdullah’ın müridlerinden birisi olan Şeyh İsmail’dir (dipnot: Şeyh İsmail için bkz., Snouck Hurgronje, Mekka (The Hague, 1889), II, s. 355.)
Osmanlı halifesinin etrafında bir araya gelen Müslüman cemaatin, dışarıdan gelen saldırılara karşı daha güçlü bir birlik olmak için ihtiyaç duyduğu ahlâkî ve manevî dirilişi sağlamak için Mevlânâ Hâlid’in bu konudaki vazife şuurunun tarîkatın hızla yayılmasında etkili olduğu muhakkaktır. (…) Delhi’den ayrılırken mürşidi Mevlânâ Hâlid’e şu tavsiyede bulunmuştur: “Dinî yüceltmek ve güçlendirmek için bu dünyayı (yani dünyevî gücü) elde etmeye çalış.” (dipnot:Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, s.241-42.) (…) Bu gelenek, Timurlu dönemi Orta Asyası’sında Ahrâr ile başlayıp Moğol Hindistanı’nda Sirhindî ve Hâce Muhammed Ma’sûm ile devam etmiştir. (…)
Bununla beraber, Halidîliğin İstanbul’da karşı karşıya kaldığı sorunlar sona ermemişti. (…)
Liderler konusundaki bu istikrarsızlıktan daha büyük bir sorun, 1828 Nisan’ında yaşanmıştı. Bazı nedenlerden dolayı tekrar Hâlidîler hakkında şüpheleri artan Sultan II. Mahmud İstanbul’daki tüm Hâlidî halifelerin Sivas’a sürülmesini emretmişti. Ayrıca Mevlânâ Hâlid’in Şam’daki halifesi Abdullah el-Hiravî Bağdat’a sürgün edilmiş ve onun İstanbul’da başka bir vekil tayin etmesi yasaklanmıştı.
Bundan sonraki on yıl içinde Hâlidîler üzerindeki baskılar kaldırılmış ve 1837’de Mekkîzâde Âsım Efendi tekrar şeyhülislam olarak atanmıştır. Âsım Efendi, Sultan Abdulmecid’in idaresi altında 1847’ye kadar bu görevde kalmıştır. (…)
Bundan sonra Hâlidîlerin İstanbul’daki konumu giderek sağlamlaşmış, Bâb-Âli’nin yanında yer alan tekkesi çok sayıda devlet memuru tarafından ziyaret edilen büyük hadis âlimi ve mürşid Şeyh Ziyaeddin Gümüşhanevî (ö.1894), Kelâmî tekkesi postnişini şeyh Abdülhaim Arvâsî (ö. 1943) gibi şahsiyetler sayesinde yirminci asrın ilk dnemlerine dek tarîkatın nüfuzu giderek artmıştır.
amasını yerleştirmek
No Comments