“Taşlar kendi yerinde değil”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında KEFARET VE MASUMİYET başlığıyla çıkan 21 Cemaziyelahir 1445 (3 Ocak 2024) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?ld=209&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının IV. paragrafının ilk cümlesi alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
” ‘Gülme’ hâdisesinin insanın tekelinde olduğunu biliyoruz. Bilmediğimiz şey gülmenin bilinçle ilişkisidir. Yapımızda bilincin doğmasını mümkün kılan bir alan var. İnsanın gülebilir olması bilince kavuşabileceğinin bir işaretidir. (…) İnsanı yanlışlığına kanaat getirdiği şey güldürür.” (…) İnsan hayatının şekil almasında ona zarar veren şey insanın varoluş endişesi hissetmesi bakımından kaçınılmaz derecede gereklidir. Şeytanın iğvasına kapılıp yasak meyveyi ısırmasaydık cennetten kovulmayacak, insan olma fırsatını elden kaçıracaktık.”
Hata işlemenin insanlığı hissetme ile sıkı bir irtibatı var. İnsanın düşünme macerası onun yanlış işlediğini anladığı zaman başlar. (…) Dolayısıyla hayatımız onu sarf etmekle onu israf etmek arasında tercihlerde bulunmakla geçer. (…) Doğruluk endişesi taşıyorsak zihnin bir intiba yığıntısı olduğu fikrinden uzak durmalıyız. (…) Avrupa ahalisi yüzyıllar boyunca korkular içindeydi. Kadınlardan korkuyorlardı. (…) Yahudilerden korkuyorlardı. Çünkü onlar Hıristiyan alışkanlıklarına yabancı idiler. (…) Modernlik bir şeyin yokluğunu öne çıkardı. Neydi yokluğu öne çıkan? Felsefe adını verdiğimiz ve kendini antik Yunanda ortaya koyan disiplin noksanlığından acı duyulan şeyin varlık endişesinin hissedilmeyişi olduğunu varsaydı. Avrupalıların Orta Çağ’da içlerine işlemiş korkularla varlık endişesini birbirine karıştırmak işlerine geldi. Çünkü modernlik sebebiyle kadınların, Yahudilerin ve Türklerin korkulacak halleri kalmamıştı.
(…) Gafletlerin en büyüğü tabiî âfet dediğimiz şeylerin insanın hal ve gidişinden etkilenmediğini zannetmekten doğar. (…) Şeylerle şeyler arasındaki irtibat her şeye bir konum kazandırır. Biz insanlar bu konumu esas alarak kendimize olduğu kadar uzak-yakın her şeye bir kıymet takdir ederiz. (…) Hiç kimse insanlık olarak bizim modernlik batağı içinde olduğumuzu ve çırpındıkça daha çok batağa saplandığımızı söylemiyor.
(Başlığı alıntı olarak teşkil eden cümlenin yeri) Milliyetçilik dediğimiz zaman bundan İslâm düşmanlığını mı yoksa Avrupalılara mahsus modern bir hayat tarzını mı anlamamız gerektiğini bilmiyoruz. İstanbul’u gökdelenlerle, Boğazları köprülerle, şehri dev Türk bayraklarıyla dolduranlar bizden kişiler mi? Hangi ibareyi ikrar etmemiz bizi Türk milliyetçisi kılacak? Milliyetçiliğin içine asrîleşmeği eleştirmek giriyor mu? Yoksa tam tersi mi? Biz Türkler bir zamanlar öylesine milliyetçi idik ki Şeker Bayramı’nda misafirlerimize çikolata ve nane, muz likörü ikram ederdik diyenlerin her fırsatta biçim değiştiren zorbalıklarını sineye çekenlere mi milliyetçi adı yakıştırıyoruz?
Ölmeden mezara girmeği reddeden tarafımız ağır basıyorsa bir yerden başlamalıyız. Bu yerin de ifade kabiliyetimizde saklı olduğuna akıl erdirmeliyiz. (…) Hayat bir süreçtir. Bu süreç içinde canlı veya cansız hiçbir şey içinde yaşattığı arzu ve arzulardan dolayı masum değildir. (…) Masumiyetin mevcut olmayışı ve dikkatimizi kefaretin çekmeyişi dünyayı hakkıyla kavramamızı önlüyor. Kendimize çeki düzen vermeden salihler arasına katılma hülyasına dalmayalım.”
No Comments