Fusûsu’l- Hikem Tercüme Ve Şerhi-I / Şit Fassı’ndan bir bölüm (Bazı kelimeler bugünkü Türkçe’deki karşılıklarıyla)
“Hakk’ın varlığı senin aynandır. Sen kendi nefsini onda müşahede edersin. Zira sen (sayıdan olmayan) birliğinin zâtında gizli, onun bir işi /olayı idin. Kendi varlığında vâki olan tecellîsi ile, o işin / olayın sûreti onun ilminde peydâ oldu.
Ve yine o varlığın her bir mertebeye vâki olan tenezzülüyle (inme, alçalma) ve o ilmî sûretin ile zâhir/görünür oldun. Ve şimdi dünya âlemindeki hâlin dahi böyledir; ve bundan sonra gideceğin berzâh âlemi ve Haşr (diriliş ve mahşerde toplama) âleminde ve naîm /cennet yurdunda dahi yine böylesin. Eğer sen bu dünyadaki taayyününe / belirmene bağlı olan nisbetler /izafîlikler ve sıfatlarından, yani nefsânî sıfatlarından soyunmuş olsan, Hakk’ın varlığında sabit olan hakikatini görürsün. Böylece Hakk’ın varlığı kendi nefsini görmekte sana ayna olmuş olur. Ve yine sen insan sûretinde belirmiş olduğun için, Hakk’ın tüm isimlerine /esmâsına mazhar (zuhur yeri) ve o esmânın hükümlerinin zuhûruna istidadlısın / yeteneklisin. Zira Allah Âdem’i kendi sûreti, yani sıfatları üzerine halk eyledi / yarattı. Böylece Hak, işlerinin tümünün kâmil olarak zuhûrunu senin izâfî varlığında müşahede eder /görür / gözlemler. Şu halde senin varlığın dahi esmâsını / isimlerini müşahede etmekte ve esması hükümlerinin zuhûrunda Hakk’ın aynası olmuş olur. İmdi (Bu durumda) Hakk’ın varlığı sana ve senin varlığın da Hakk’a ayna olmakla varlık işi birbirine karıştı ve belirsizlik meydana geldi. Nitekim Hallâc-ı Mansûr hazretleri buyurur: (Beytin tercümesi:) “Varlık ayn’ında (hakikatinde) olan bu ‘ayn’ (hakikat) sen misin, yoksa ben miyim? İkilik isbâtından hem seni ve hem de beni tenzîh ederim.”
İşte varlık işinde /meselesinde hâsıl olan bu karışıklık ve belirsizlikten dolayı Muhammedî vârislerden olan bir kısmımız hayrete düşerek ilminde câhil oldu. Ve nitekim Hz. Ebû Bekri’s- Sıddık (r.a.) Efendimiz “İdrâkin nihâyeti, varlık işini hâlin hakikati üzere idrâk edebilmekten aczini ikrâr / tasdik etmektir.” buyurmuştur. Ve bu hayrettir ki, ilmin neticesi olduğu için, makbûl ve matlûbdur (taleb edilen). Zira hayrete düşen kimseyi, ilmi iki taraftan bir tarafta karâr ettirmez. Ve (S.a.v.) Efendimizin “Yâ Rab, benim sende olan hayretimi ziyadeleştir!” buyurmaları bu hayret hakkındadır.“ (Muhyiddin İbnu’l Arabî, başlıkta a.g.e., Terc. ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın, MÜİFVY, 7. Baskı, 2017, c.I, s. 210)
No Comments