Nurettin Topçu (1909-1975)

 

66 Yıllık ömrünü bir muallim, fikir adamı, ahlâk filozofu, Hareket dergisinin kurucusu ve yazarı, bir mürebbi ve sohbet adamı olarak geçirdi. Adını ve soyadını ilk defa, merhûm babamın Orman İşletme Müdürü olarak görev yaptığı Sivas’ın Koyulhisar kazasında ailece bulunduğumuz 1950’li yılların ortasının biraz üstünde, ilkokul üçüncü sınıftayken Taşralı isimli kitabını babamın postayla getirtmesiyle öğrendiğim merhûm Nurettin Topçu, değerli ve seçkin bir felsefeci ve yazar olarak benim çok önemsediğim bir fikir adamı, Sorbon Üniversitesi’nde Felsefe alanında ülkemizden ilk devlet doktorası yapan kişidir. Babamı da kitap, dergi okumaya başladığım yıllarda öyle değerli ve seçkin bir fikir, felsefe ve edebiyat üstâdının farkında olmasından dolayı (o kitabını bir ilçe merkezinde, Koyulhisar’da bulunurken postayla getirtmesi bunu gösteriyor) daha bir önemsemiştim bu tarafıyla. Ben de böylece merhûm Nurettin Topçu’nun ilk defa adını- soyadını ve bir kitabını öğrenmiş oluyordum 8-9 yaşlarımda.

Merhûm Nurettin Topçu hakkında İSMAİL KARA’nın “BİR AHLÂK DAVASI NURETTİN TOPÇU Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleriyle Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından hazırlanmıştır. 1. Baskı, Mayıs 2023)

Bu kitabın başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalar bu yazının devamını teşkil edecek.

“Evi Çemberlitaş’ın alt tarafında, Dizdariye Mah. Şatır Sok.da 9 numaralı üç katlı ahşap bir bina idi. Alt katında ailesiyle beraber ağabeyi, orta katta biraz basık olan üst katta annesiyle beraber kendisi kalıyordu. Yalnız bir defa beraber gittiğimiz Celal Hoca’yı yormamak için bizi sokak kapısının yanında bulunan küçük odaya almıştı. Bunun dışında hemen her zaman orta katta, evin arka tarafında Marmara denizini gören bir odada otururduk. Bu odada bir çini soba, Hoca’nın kütüphanesi, duvarda büyük boy Hüseyin Avni Ulaş’ın fotoğrafı, fotoğrafın çerçevesine sıkıştırılmış Topçu’nun ve ağabeyi Hayrettin Bey’in gençlik resimleri ve başka aile resimleri, bir de kitaplığın üzerinde Hitler’in bir portresi vardı. (…) Ben bu eve ilk defa liseyi bitirdiğim senenin tatilinde girmiştim. (…) Sık sık yaptığımız sohbet toplantıları dışında özellikle bayramların ikinci günü öğleden önce Hocayı ziyaret etmek bir gelenek haline gelmişti. Bir edep timsali olan Nurettin Topçu’yu hiçbir zaman ayak ayak üstüne atmış veya oturduğu koltuğun arkasına yaslanmış olarak görmedim.

Bezmiâlem Mektebi’nin ana kısmını bitirdikten veya ilkokulun bazı sınıflarını burada okuduktan sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne verilir (Bu okul o sırada büyük bir ihtimalle Molla Fenari mahallesindeki Mahmut Paşa Medresesi’nde eğitim vermektedir). Bu okulda, kendisini yıllar sonra Abdülaziz Efendi ile tanıştıracak olan Sırrı Tüzeer’le aynı sıraları paylaşır. Sırrı bey, Numune-i İrfan Mektebi Erkek Lisesi’nin civarında idi. İsmi sonradan Hayriye Lisesi oldu, daha sonraları bu lise tamamen yanmıştır demektedir. (dipnot 2: Mehmet Sırrı Tüzeer, “Nurettin Topçu”, Nurettin Topçu’ya armağan, İstanbul, Dergâh Yay., 1992, s.177) (…)

“(Hoca’nın) kalbinden rahatsızlığı vardı. Halk arasında vitrin hastalığı denir. Uzvî olmaktan ziyade psikolojik olmalı. Buna benzer bir taşikardi rahatsızlığı benim de oldu. Fakültede ilk yılımdı. Hocaya anlattığım zaman şunları söyledi: Benim de böyle bir sıkıntım olmuştu. Yokuş ve merdiven çıkarken kalbim sıkışırdı. Fransa’da iki okul doktoruna anlattım. Muayene ettikten sonra (biri) dedi ki: Bundan sonra merdivenleri daha çabuk çıkarsan bir şeyin kalmaz. Senin ki de buna benziyor.” (dipnot 4 : Bu kayıt için bk. İsmail Kara, Dağ Ne Kadar Yüce Olsa, İstanbul, Dergâh Yay., 2020, s.226)

“Küçük bir sandıkta okuduğu kitap ve gazeteleri biriktirmek (bir kütüphane kurmak) merakı vardır. İmlâ öğretmeni Dayı lakaplı Mehmet Nafiz Bey, Nurettin Topçu’nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini ve hayranlığını ve belki edebiyat-sanat merakını uyandıran kişidir. (…) 1917-1918 ders yılında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi kız kısmından mezun olan Nezahat Nurettin Ege’nin diplomasında yer alan aşağıdaki dersleri Nurettin Topçu’nun da erkek kısmında okuduğunu var sayabiliriz. Sırasıyla: Ulûm-ı Diniye (Din dersi) Lisan-ı Osmanî (Türkçe/Osmanlıca), Tarih, Coğrafya, Hayvanat (Zooloji), Nebatat (Botanik), İlmü’l-Arz (jeoloji), Hikmet-i Tabiiye ( Fizik), Kimya, Hıfzı’s-Sıhha (Sağlık Bilgisi), Malumat-ı Ahlâkiye ve Medeniye (Ahlâk ve yurttaşlık bilgisi, Hesap, Cebir, Hendese (Geometri), Kozmografya, Lisan-ı Ecnebi (Yabancı dil), Gına ve Musiki, Resim, Terbiye-i Bedeniye (Beden eğitimi). Okulun hocalarından bir kısmının mühürleri de bu diplomada okunabiliyor; Mehmet Arif (müdür), Merzifonlu İbrahim Cûdi (Edebiyat), Hüseyin Avni (Riyaziyat/Matematik), Sadi Abdülkadir (Coğrafya) hocasıdır. (dipnot 5: Güneş N. Ege-Akter, Ihlamur Ağacının Gölgesinde, İstanbul, İsis Yay., 2016, s.274. Nezahat kız kısmında olduğu için ayrıca

Vefa İdadisi’nde Orta Tahsil

Osman Nuri, ilkmektep tahsilini bitirdikten sonra Rüştiye (Orta) tahsili için Vefa İdadisi’ne devam etmeye başlar. Anadolu’da Millî Mücadele’nin devam ettiği ve İstanbul’un da çok yönlü olarak etkilendiği, nihayet işgale ugradığı, gâvur çizmesini gördüğü yıllardır. Muhtemelen her gün Çemberlitaş-Bayazıt-Vezneciler-Direklerarası-Şehzadebaşı yolunu takip ederek, tarihî semtlerin ve yapıların arasından, olan biteni müşahede ederek, işgal kuvvetlerini görerek, bütün bunları kendince anlamlandırarak yaya gidip gelmekte, hocalarından, büyüklerinden meşum haberler ve yorumlar duymaktadır. İstanbul’un karanlık ve zor günleridir…

16 Mart 1920 günü işgal kuvvetlerinin Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak askerleri şehit etmesi hadisesini yakından hissettiği şüphesizdir; belki etkilerini görerek, hocalarından dinleyerek o da ürpermiştir. Yıllar sonra, 1969 yılı başında vuku bulan Kanlı Pazar hadisesinin akabinde kaleme alıp neşrettiği Kin ile Din Birleşmez yazısının hemen başında, bu elim hadiseyi hatırlayıp hatırlatarak milliyetçi-muhafazakâr cenahın beklemediği bir tarzda ve müessir (etkili) şekilde kullanacaktır:

“16 Şubat günü Taksim Meydanında meydana gelen facia bir tarihî matemi hatırlattı. Yarım asır evvel 16 Mart günü İstanbul’u işgal eden İngilizler Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak oradaki Türk askerlerini süngülediler. O zaman Batı barbarlığının liderliğini yapan İngilizlerin arkasında zaferi kazandıran Amerika’nın donanması ilerliyordu. Elli yıl sonra Amerikan donanması Boğaz’da şerefe kadeh kaldıran sarhoşların narası çalkalanırken, kendi Şevket ve saltanatlarının, kahrolası saltanatlarının devamı için, Müslüman Türk çocuklarının birbirlerini boğazladıklarını seyretti. Hadise’nin sebebi aşikâr: Amerika komünizme düşmandır; komünizm de müslümanlığa düşman olduğu için Amerika’yı desteklemek her Müslümanın üzerine vaciptir; bu belki de bir cihaddır. Desteklemek için ne lazımsa yapılır, gayeye varmak için adam öldürmek caiz olur, hele öldürülen komünist ise. Pek güzel mantık doğrusu, hem de İsagocya mantığı. Aristo da işitmiş olsaydı hayran olurdu (…). (dipnot 7: Hareket, IV/39, Mart 1969, DD,220-24.)

O zor ve karanlık zamanlardan hatırlayıp yazdığı bir diğer anekdot, İngilizlerin bütün dünyaya, bu arada Türklere yaptıkları zulümleri anlatırken temas ettiği işgalcilerin İstanbul’daki işkenceleriyle alâkalıdır. Dayanıklı İngiliz kini ve ince hesapçılığına dair ilk hissiyatı da o yıllarda teşekkül etmiş olmalıdır.

“(…) Biz İstiklâl Savaşımızı, Yunan ordusu karşısında fakat İngiliz şenaati huzurunda yaptık. (…) İngilizler Çanakkale harbinde Türklük karşısındaki gerileyişlerinin kinini kıyamete kadar unutmayacaklardır. Onlar tarihte harp edip yenildikleri her millete karşı kindardırlar. (…)” (dipnot 8: İngiltere ve Komünizm, Komünizme Karşı Mücadele, sayı:23, 15 Temmuz 1951; Hareket‘in Sakladığı SırKitaplara Girmemiş Yazılar, İstanbul, Dergâh Yay., 2023, s.178-79 )

. …

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked