“Modernlik nefes aldı ve fakat bu hiçbir yönden insanlığın kurtuluşuna vesile olmadı.”

 

İSMET ÖZEL‘in “PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU” isimli kitabının(TİYO, 2021;1.Baskı) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan ilki s.23’ten ve bu yazının başlığını alıntı olarak teşkil etmekte) oluşacak bu yazı.

“Başlığı alıntı olarak teşkil eden cümlenin devamı: Bırakın vesile olmağı modernlik sanatı ikbal bilenlerin gırtlağına hayatta kalma adına zehir akıttı. “Şiir aklın açtığı yaraları tedavi eder.” Ne kadar parlak görünürse görünsün Novalis’in bu sözü akıl ile duygu arasındaki zıtlaşmaya bir çare getirmedi. Aklın açtığı yara büyüdü ve yerküreyi kapladı. Tarifine güç yetiremediğimiz akıl ile duygu farkının duygu lehine kazığa bağlanması şiir diye biliniyor. Oysa bizi Ben de insan mıyım? sualiyle meşgul eden şiirden başkası değildir. Bu demektir ki, insanlık kendi yüzüne ayna tutma meşguliyetine şiirle dalmıştır. Paçayı şiire kaptırmak dünya hayatıyla iyi geçinmeyi zorlaştırır. (…) “Demem odur ki, şiire daldıysak onun insana verdiği zevkin ve ona mahsus temponun dünya hayatında tekabül ettiği bir şey bulamadığımızı bilerek dalmışızdır.”

“Her dildeki, her çağdaki şiirin müşterek vasfı mı bu? Evet; ama bu gerçeğe kavuşmak için her şiiri anadilinden okumakla yükümlüyüz. Nasıl tarihin hiçbir safhasında tek dil olmamışsa tek tarz şiir de olmamıştır. İnsanları birbirine hem yaklaştıran, hem uzaklaştıran şiirin tarzından başkası değildir. (…) Biz insanların dünya hayatı dedikleri hadise vesilesiyle hangi dairede yer aldıkları hususu bir şekle, kendi şekline kavuşur.”

“Şekil beşer için değil insan için her şeydir. Bir beşer olarak ele geçirdiğimiz şekil dünya üzerinde hayatımızı idame ettirmeğe (survival) yarar. Oysa insan olma kararlılığına tutunan kişi beşer biçimine içinden çıktığı kültürün duyarlılığını ilâve etmiştir. Kız da olsak, erkek de önce iki ayaküstünde yürümeyi, çok geçmeden konuşmayı öğreniyoruz. Bunlar bizim karakter kesp etmemizde yön tayin edici işler. (…) Benzerlerimiz tarafından talim terbiye görüşümüz beşer vasfına sahip çıkışımız demektir. Beşerden insana geçiş aklını başına almakla olur. Buradan insana mahsus tavrın kavimden kavime farklılık taşıdığına kanaat getirebiliriz. (…) Çevremiz diye bildiğimiz şeyde bizi tedirgin eden o kadar çok şey vardır ki kavim kelimesinin yerine şahıs koymağı tercih ederiz. Kendi kavmimizden olmasa da öyle şahıslar vardır ki, onlarla dünyayı cennet seviyesinde yaşayabiliriz. Yaşamayız da yaşayabileceğimizi tahayyül ederiz. (…) Uğrunda ölünecek hiçbir ideal olmadığını güç kaynağı saymak insanı yükseltir mi, alçaltır mı? Cevap vermekten imtina ediyorum.”

“Ölüm bir son değilse nedir? Yahudiler öldükten sonra açılan hayat sahasının tadına yabancı yaşamakla bir millet oldu. Hıristiyanlar ise ölümden sonra ne olacağı fikrini terk etmişlerdir. Dünyanın âhirete tarla olduğu fikri Müslümanların kazancıdır. Hiç farkına varmamış olsak da dünya hayatına âhiret hayatının rekabet ettiği fikri Kur’an tarafından bir kez daha, son kez daha canlandırılmış bir fikirdir. Ne oldu bir kez daha, son kez daha ne oldu? Bilinen her şey içinden bilinmeyen bir nasıl çıktı? Kur’an ne yaptı da dünya hâkimiyetini her şey sananların zannlarını kirli bir bez parçası olarak son bir kez daha önlerine bıraktı. Üstelik bırakışın son bırakış oluşu hayatta anlam arayanlar bakımından mânidardı. İlginçliğin ne burada başladığı, ne de burada bittiği anlaşılmadan dünya hayatını bir değerlendirmeğe tâbi tutamayız. İlginçlik burada başlamıyor. Çünkü dininden emin Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi dinlerine Allah’tan gayrısının müdahalesine kötü gözle bakmak şöyle dursun daha iyi Yahudiliği ve Hıristiyanlığı Allah’ı şu veya bu biçimde terk edişte arıyor ve buluyorlar.”

“Henüz ölümün tadına varmadan Cennetin ve Cehennemin mahiyetini hissetme imtiyazı hiçbir dinî takip edenlerin değil ve fakat Müslümanların inhisarına bırakılmasının sebebine buradan geçmeden ulaşamayız. Aşağılatıcı ateşten kurtulmanın, içinde letafetten başka hiçbir şey bulunmayan bahçenin tadına kavuşmanın yoluna bakmadan önce sabit hayatı Müslümanlıkta arama derdini yüceltmemiz lâzım. Nedir hayatın sübutu? Dünya ne kadar fanilikle malul ise, âhiret de o kadar ebedîdir. Kalubelada evet diyenler sözlerinden caydılar mı? Caymadılarsa onları cennet bekliyor. Hayır diyenler tasdik edenlere özenme noktasına yanaştılar mı? Özendikleri insanlarla kader birliği etmeleri tabiîdir. Bu iki sualin hak ettiği cevaba kavuşmasında hayatın sübutu sakldır. Şiir saklı şeye ulaşma heyecanını körükler. Şairlere sapıkların uyduğu ne kadar doğruysa Müslümanların yüzünü ak etmek gayesiyle hasmına kök söktüren kişi şair olmakla Cibril’e dostluğu o kadar yakındır.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked