Halk Teorisi (Yoktan Yaratma)
Ömer Türker tarafından hazırlanan, Ketebe Yayınları’ndan çıkan, Metafizik 1. Ciltte yer alan Halk Teorisi (Yoktan Yaratma) (s.360-383) bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Öz (abstract) anlamında: Bütün âlemin Tanrı tarafından yaratıldığını dile getiren teoridir. Âlemin nasıl meydana geldiği sorusuna cevap olarak geliştirilmiştir. Dolayısıyla Tanrı- âlem ilişkisi sorununu çözmeyi amaçlar. Aynı zamanda yaratılışla ilgili âyet ve hadislerin de tefsiri işlevi görür. İslâm Düşünce geleneğinin bütün dönemlerinde en yaygın kabul edilen teoridir.
Giriş Halk kelimesi genel olarak bir şeyi yaratmak anlamına gelir. Fakat İslâm düşünürleri, yaratma olayının nasıl gerçekleştiği sorusunun cevabında kelimeye farklı anlamlar vermiştir. Bu cevaplar, düşünürlerin benimsediği metafizik ilkelere bağlı olarak değişiklik arzetmektedir. Başta Mu’tezile, Eş’arîlik, Mâtürîdîlik olmak üzere bütün kelam ekolleri, âlemin Tanrı tarafından saf yokluktan çıkarıldığını ileri sürmüştür. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye (ö.638/1240) kadar sûfilerin de bu yaratmayı saf yokluktan çıkarma olarak anladığı söylenebilir. Dolayısıyla İslam’ın birinci klasik çağında bütün dinî düşünce ekolleri, yoktan yaratma anlamında bir halk (yaratma) teorisi geliştirmiştir. Bu teori, iki ilkeye dayanır. Birincisi, şeyler arasında zorunlu bir nedensel ilişki bulunmadığı ilkesidir. Bu ilkeye dayalı olarak kelamcılar, âlemde determinizm (belirlenimcilik) bulunduğunu reddetmiş ve bütün şeylerin doğrudan Allah’a dayandığını iddia etmişlerdir. Mu’tezile’nin tevlid (yaratma) teorisi ve kulun iradî fiillerinin kendisi tarafından yaratıldığı anlamında halk teorisi bu ilkenin genel kabule aykırı bir yorumu sayılabilir. İkinci ilke, Allah’ın kâdir-i muhtâr (dilediğini yapan) olduğudur. Bu ilke ise Tanrı’nın aklî imkânsızlar ve zorunlular dışında herhangi bir şeyle kayıtlanamayacağını ve saf bir kudret sahibi olduğunu yahut saf kudretin kendisi olduğunu söyler. Bu kudret, ilâhî iradeye bağlı olarak işlevselleşir. İrade ise ya bilhassa Eş’arî kelamcılarının iddia ettiği gibi mutlak olarak gerekçesiz tercihte bulunur, ya Mâtürîdî kelamcılarının dediği gibi hikmete bağlı olarak tercihte bulunur ya da Mu’tezile kelamcılarının dediği gibi adalet ilkesine bağlı olarak tercihte bulunur. Kelamcılar bu görüşü temellendirmek için esas itibariyle ‘âdet‘ kavramında özetlenen bir bilgi teorisi geliştirmişler, Yunan ve Hint atomculuğunu yoktan yaratmayı savunmayı mümkün kılacak şekilde yeniden inşa etmişler, ihtisas kavramında özetlenen bir peygamberlik açıklaması yapmışlar ve özel olarak Ehl-i sünnet kelamcıları kesb kavramında özetlenen bir eylem teorisi geliştirmişlerdir. Teori bu haliyle İslâm düşünce geleneğinde en yaygın şekilde kabul edilen yaratma görüşünü ifade eder. II. (VIII.) asırda Mu’tezile kelamcıları tarafından sistemleştirilmişse de III. (IX.) asırdan itibaren Ehl-i sünnet kelamının sistemleşmesiyle Eş’ârî ve Mâtürîdî kelamcıları da bu teoriyi kendi kelâmî anlayışları doğrultusunda yeniden inşa etmişlerdir. Teorinin en önemli özelliği, İslâm geleneğindeki en köklü yaratılış açıklaması olması ve Kur’an’da geçen yaratmayla ilgili bütün kelimelerin XX. yüzyıla kadar kelamcılar tarafından bu doğrultuda açıklanmasıdır. Teoriyi istisnasız bütün kelamcılar, İbnü’l-Arabî öncesindeki sûfiler ve kısmen bir kısım filozoflar savunmuştur. Teoriye yönelik en köklü eleştiriler ise felsefe eserleri Arapça’ya tercüme edildikten bir müddet sonra sudur teorisini benimseyen filozoflar ve İbnü’l-Arabî ile birlikte sudur teorisini benimseyen bir kısım sûfiler tarafından yöneltilmiştir. (…) Halk teorisi, bir yandan İslâm naslarını anlama, İslam’ın ayrıcı hususiyetlerini ortaya koyma ve nasları dikkate alarak Tanrı ve âlem düşüncesini inşa etme çabasının diğer yandan da İslâm dışı fırkalar karşısında İslam’ın temel ilkelerini savunma çabasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Temel hedefi, âlemin varlığının dinî ve aynı derecede aklî açıklamasını yapmaktır. Kelamcılar ve sûfiler özellikle Gazzâlî (ö.505/1111) öncesi dönemde dinî naslardan İslâm ümmetinin icmâ ederek anladığı anlam ile aklî arastırmanın verileri arasında tam bir uyumluluk olduğu fikrinden hareket etmişlerdir. Bu sebeple halk teorisi, Tanrı-âlem ilişkisi sorununun dinî ve aklî çözümü olarak görülmüş ve İslam vahyinde ifade edilen ve müslümanların da aklen kavradığı varlık anlayışının ana bileşenlerinden biri haline gelmiştir.
Teorinin temel iddiası, âlemin yoktan yaratılmış olmasıdır. Bu bağlamda teori, mevcutların saf yokluktan varlığa çıkarıldığını ileri sürer. Yokluk varlığın çelişiği olduğundan bu iddianın bir kısım temel ilkelerle yahut bu iddiaya nispetle alt iddialarla desteklenmesi gerekmiştir. Tanrı ile ilgli iddia şudur: Tanrı mutlak kudret sahibidir. (…)
Halk teorisinin iddiası, ‘Âlem yoktan yaratılmıştır‘ (icâdü’l-âlem mine’l-adem) cümlesinde özetlenir. Bu cümlenin unsurlarıaynı zamanda teorinin ana kavramlarını oluşturur. (…) Âlem, yokluk ve halk (yaratılış)… Bu üç kavramdan her biri birkaç önermeyi gerektirir. (…) Yoktan yaratılış, kelam geleneğinin özellikle III. (IX.) yuzyılın başından itibaren derinlemesine tanıdığı Yunan filozoflarının çogunluğu tarafından aklen imkânsız olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. (…) Kelamcılar aslında çelişik tarafların birbirine dönüştürülmesinin aklen imkânsız olduğu ilkesinde Yunan geleneğiyle hemfikirdir. Bu sebeple onlar, yokluğun varlığa dönüştürüldüğünü değil, Allah’ın bilgisinin herhangi bir ilk cisme yahut cisimsel unsura ihtiyaç duyulmaksızın varlık kazandığını, bunun da çelişiğin iki tarafından birinin diğerine dönüştürülmesi kapsamına girmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Yine de bilginin, bilen fâilin kendisinden herhangi bir anlam feyzi olmaksızın nasıl nesneleştiği bir sorun olarak görülmüştür. (…)”
No Comments