Yaşarken insanın yaratılışını muhafaza etmesi

 

Gazete yazılarını olsun titizlikle izlediğim bir yazar Gökhan Özcan. Feyz almak beklentisi ile okurum onun yazılarını. Çok az sayıda gazete yazarının takipçisi olduğumu söylersem, yazılarının indimde ne kadar değerli olduğu anlaşılır sanıyorum.
“Zevkler ve güdüler” başlıklı bu günkü yazısı dikkatle ve düşünerek okumayı gerektiriyor veya hak ediyor. Söz konusu yazıdan alıntılayacağım cümlelerin, yazarın ciddiyetini ve duyarlığını yansıtacağını düşünüyorum.

“(…) Her insan dünya hayatında kendini, kendi insanlığını, kendine özgülüğünü, yani kendi yaradılışını temsil eder. Yaradılışta tekrar yoktur, her yaratılan biriciktir, özgündür, tektir. Dolayısıyla insanın kendiliğini muhafaza etmesi yaratılışını muhafaza etmesi demektir ki, bu yönüyle bir mukaddes görevdir.” Hüküm ifade eden bu sözlerin doğruluğu inkâr edilebilir mi? Hemen bu cümleleri izleyen şu cümleler ise bu hükme aykırı bir gerçekliğin günümüzde gözlemlenir olduğuna, ve eğilimin o yönde daha da belirginleştiğine, yaygınlaşması için çabaların arttığına işaret ediyor:
“İnsanların kendileri olmaktan uzaklaşarak aynı potanın içine akmayı ve orada aynılaşmayı seçmeleri, en başta yaradılışın sonsuz çeşitliliğine, muhteşem zenginliğine ihanetleridir. Günümüzün herkesi aynı kalıba dökerek tektipleştirmek ve ticarî olarak pazarına müşteri, zihinsel olarak klişelerine esir kılmak için yürütülen çaba asla masum değildir.”
Yine bir hüküm veya tesbit ifade ediyor yazar: “Hayat ve insan kendi özgünlükleri ve zenginlikleri içinde bütün tekelleşmelere engeldir.” Ve hemen bu hükmü/tesbiti izleyen cümleler:
“Kırılmak istenen budur. Bu aynılaştırma vakumundan kurtulmak ve bizi bu kültürel cendereden kurtaracak çareleri aramak her birimiz için mukaddes bir görevdir. Çünkü bunu yaparak, kendi yaradılışımıza dönmek, dolayısıyla insanlığımızı yaratıldığımız üzere yaşamak için adımlar atmış olacağız.”
Yazar, bu görev şuuruyla yaşamak üzere kesintisiz bir atılım hâlinde olmazsak, “dünyanın, her duvarında aynı zevksiz tablonun asılı olduğu manasız bir sergi salonuna dönüştürülmesine rıza göstermiş olacağımızı” ifade ediyor. Böyle bir insanlık durumunun gerçekleşmesi hâlinde “işlenecek suçun büyüklüğünü, yıkıcılığını” şu veciz ifadesiyle vurguluyor:
“Dünyaya kendi yaradılışının özgün karakterini, farklılığını, renklerini, zenginliğini temsil etmek üzere gelmiş olanlar için, işlenebilecek bundan daha büyük, daha yıkıcı bir suç tasavvur edilebilir mi?”

Bu bağlamda J.D. Salinger’in, hikâyelerinden birinde yazmış olduğu şu sözlerine yer vermiş yazar : “Bizi birazcık değiştirmezlerse sevemiyorlar. Bizi sevme nedenlerini neredeyse bizi sevdikleri kadar, hatta çoğu zaman bizden fazla seviyorlar. Herkes diğerini sevdiği ölçüde, onu sevme nedenini seviyor, hatta çoğu zaman bu nedeni daha çok seviyorlar”.

Yazının şu bölümünü de alıntılayarak bitireyim bu yazıyı:
“Ürünler piyasaya çıktığı andan itibaren kapışılmaya başlanıyor. Gücü yetmeyenler, ona sahip olma arzularından vazgeçmiyor, ucuzlamasını bekliyor. Zevkler ve renkler yok artık, markalar var. Herkes aynı şeyleri yiyor, içiyor, giyiniyor, kullanıyor. İnsanın nasıl kokması gerektiğine bile markalar karar veriyor. İnsan ürünleri taşıyan bir tüketim robotuna dönüştü. Vitrindeki mankenler, sanki bulundukları yerlerden çıkıp olanca acayipleriyle hayatın her yanına dağılmış gibi…”

https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/zevkler-ve-guduler-2047710

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked