“Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş”

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin FUSÛSU’L- HİKEM isimli en ünlü iki eserinden birinin Tercüme ve Şerhi-I’den (Tercüme ve Şerh: AHMED AVNİ KONUK, Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı- Dr. Selçuk Eraydın; M.Ü. İFAV Yayını, Yedinci Baskı: Nisan 2017) yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki s.105’den Hz. Mısrî’ye ait Beyt’in son mısraı alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.

“Hikem” “hikmet”in çoğuludur. Ve hikmet, şeylerin hakikatlerine gereği gibi ilim ve o ilim gereğince amelden ibârettir. Bunun için hikmet ikiye bölündü. Birisine “ilmî hikmet”, diğerine “amelî hikmet” ismi verildi. Oysa “marifet” hikmet gibi değildir. O yalnız hakikatleri gereği gibi idrâktir. Ve “ilim” ise hakikatleri ve onların levâzımını (gerektirdiklerini) idrâkten ibarettir. Bu sebeple tasdîka (doğrulamaya) “ilim” ve tasavvura “ma’rifet” diye iki anlam ortaya çıktı. İşte bundan dolayı cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) (Muhyiddin İbnu’l Arabî) “münzilü’l-maârif” (marifetler inzâl eden/indiren) veyâ “münzilü’l-ulûm” demeyip “münzilü’l-hikem” buyurdu. (hikem: hikmetler)

“Kulûb” “kalb”in çoğuludur. Ve “kalb”, ilâhî sıfatlar ile kevnî (kozmik) özellikler arasını toplayıcı olan bir hakikatten ibarettir. Ve bu hakikatin sanevberî (konik) kalbe ilişmesi ve taaşşuku (muhabbeti) vardır. Ve ona “kalb” tesmiyesi (adlaması) mevcutların “lübb”ü (özü) olmasından ötürüdür. Zira bir şeyin özü, onun kalbidir. Veyâhut isimler ve sıfatların deverânı (dönüşü) hasebiyle, kesîrü’l-inkılâb (inkılâb çokluğu) olmasından dolayıdır. Nitekim (s.a.v.) Efendimiz anlam olarak “Kalb Rahmân’ın parmaklarından iki parmak arasındadır; onu dilediği yol ile döndürür” hadîs-i şerîfiyle buna işaret buyurmuş; ve iki parmakla Hak Teâlâ hazretlerinin “Celâl” ve “Cemâl” sıfatlarını murâd etmiştir. “Kelim” “kelime”nin çoğuludur. Ve “kelime”den murâd her bir mevcûdun ayn’ıdır (hakikatidir). Zîrâ onlar rahmânî nefes ile zuhûr etmiştir. Nitekim insanın hîn-i tekellümünde (konuşma ânında) kelimât (kelimeler) insânî nefes ile görünür olur. Ve o Îsâ (a.s.)’dır. Ve mevcûdâtın kelimât olduğuna Hak Teâlâ hazretlerinin (Kehf, 18/109) kavl-i şerîfi (anlam olarak, “De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa idi, muhakkak Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenirdi. Velev ki bir o kadar daha yardımcı getirmiş olalım!” delîldir. Ve Şeyh-i Ekber (r.a.) (M. İbnu’l Arabî) Efendimizin burada “kelîm” den yüce murâdı, ilâhî kelimelerin en güzeli olan enbiyâ (alleyhimü’selâm)ın şerefli zâtlarıdır. Ve ‘hikem’ (hikmetler) onların şerefli kalblerine, yani hakikatlerine ilim mertebesinde bir defada ve şehâdet mertebesinde tedrîcen nâzil olur (iner).

“Emem” hemzenin açılmasıyla “en yakın ve dosdoğru” anlamındadır. Ve yolun en yakın ve doğrusu İslâm dînidir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: (anlam olarak:) “Muhakkak Allah katında din, İslâmdır. Ve kitap verilen kimseler ihtilâf etmediler.” Ve kerîm âyetten de anlaşıldığı gibi İslâm dinî, yalnız muhammedî din değildir. Kendilerine kitap verilen enbiyâ (nebiler) (a.s.)’ın getirdikleri dinlerin hepsi İslâm dînidir. Zîrâ İslâm “inkıyâd” (boyun eğme/kendini teslim etme) anlamındadır. Dolayısıyla aslında dinde ihtilâf yoktur. Müstakîm Tarîk (Dosdoğru yol) ahadiyet üzeredir. Rûy-i zemînde (yeryüzünde) din sebebiyle vaki olan ihtilâf, her din âlimlerinin şahsî garazlarından doğmuştur. Nitekim âyet-i kerîmenin sonu olan (anlam olarak:) “Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarında hased ve baş olma sevgisi ve dünyevî menfaatler gibi nefsânî maksatlardan dolayı ihtilâf ettiler” sözü şâhittir. Çünkü enbiyâ (a.s.)ın getirdikleri dinlerin hepsi tevhîde (bir kılma / birleme) davetten ibarettir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur (anlam olarak): “Ey Habîbim de ki: Ey kitâb ehli, bizimle sizin aranızda eşit olan kelimeye geliniz ki, o da Allah’ın gayrisine tapmamaktır”. Şu halde her kim(seler) hangi nebînin ümmeti olursa olsun onun zamanında nâzil olan kitâbın hükümlerine uyma ve itaat ile amel ederse Hakk’a vâsıl olurlar (kavuşurlar). Zira bu din yolun en yakını ve doğrusudur. Fakat ondan sonra gelen elçinin getirdiği kitaba îman ve onun dini ile amel etmeyen kimselerin tevessül ettikleri eski din uzak yol olacağından, Hakk’a ulaşma husûsunda faydası kalmaz. Zira o kimse nebîler arasını ayırdı ve yolun ahadiyetini (sayıdan olmayan birliğini) idrâk edemedi. Oysa muhammedî dîne tevessül edenler şu âyet-i kerîmeyi (anlam olarak) söylediler: “Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisi arasında ayrım gözetmeyiz.” (Bakara, 2/285).”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked