“Allah Teâlâ’nın sırlarından bir sır: aded”

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin (d.1165- v.1240) “Tedbîrât-ı İlâhiyye” adlı eseri, Ahmed Avni Konuk (d.1868-v.1938) tarafından, daha latin harflerine geçilmediği bir dönemde, 1922-1925 yılları arasında Arapçadan Türkçeye tercüme ve şerh edilmiştir. Bu eser Prof. Dr. Mustafa Tahralı tarafından yayına hazırlanarak ilk baskısı 1991’de yapılıp yayınlanmıştır.

Değerli bir akademisyen ve ilim, irfan, kültür ve fikir eserlerinin yayına hazırlanmasında öncü ve usta bir isim olarak bilinen Mustafa Tahralı’nın, böylesi eserlerin yayınlanmasına ilişkin, eserin “Takdim” başlığı altındaki bölümünde dikkat çekici ve düşündürücü bulduğum şu sözlerini burada aktarmam gerek: “Dikkatli okuyucu görecektir ki, bu ve benzeri eserlerdeki bir takım kelimelerin günümüz Türkçesinde bir karşılığı yoktur. Bu kitaptaki kelimelerle ifâde edilen mefhum ve kavramlar da, bu kavramlar etrâfında örgüleşen bilgi ve tefekkür de ilim ve irfan hayatımızdan âdeta silinmiş, madde dünyası ile ilgili kelimeler etrâfında kurulup dağılan bir avuç kelime ve kavram ile düşünüp yazmak çâresizliğine sürüklenmişizdir. Bu nevî seviyeli eserlerin yazıldığı dil ile neşredilmesinin, hem düşünce ve hem de dil ve imlâ bakımından bir ‘bilanço’ ve ‘muhasebe’ yapılmasına imkân vermesini temennî ederiz. Bugün dilimizde hiç kullanılmayan bazı kelimelerin okunuş ve yazılışında vuku bulan zuhûl ve hatalarımızın hoş görülmesini, bildirilmesi hâlinde gelecek baskılarda düzeltmeyi arzu ettiğimizi de ifâde etmek isteriz.”

Aşağıda bu eserin 2013’de yapılmış 6. baskısından alıntıladığım bölüm (s.325-326) tarafımdan azıcık daha anlaşılır kılınmaya çalışmayı yansıtmaktadır. Böylesi eserleri okumaya, anlamaya çalışma gereği ortadadır. Bu anlamda bir teşvike mütevazı bir katkı niyetiyle…

“Malûm olsun ki, muhakkak aded, varlıkta Allah Teâlâ’nın sırlarından bir sırdır. Ve Kur’an’da, yâhut şer’de, her bir aded manâsından dolayı anılmıştır. Ve bunun gibi Allah Teâlâ ‘iki’den ‘oniki’ye kadar birçok mevcûdâtı halk etti. Ve sayıların mertebelerinin nihâyetini beyân etti. Zîrâ sayı mertebeleri dörttür. Âhâd(birler), aşerât(onlar), miât(yüzler) ve âlâftır(binler). Ve ‘dört’ ekmel(en kâmil) adeddir.Ve onlardan her birinin nihâyeti ‘dokuz’a kadardır; ve tekrar başlar. Ve biz ancak ‘on iki’ nihâyettir dedik. Zîrâ insânî âlem terkibinin nihâyeti ‘on iki’dendir. Çünkü ‘ümmehât-ı erbaa’dan (dört esas) ve ‘müvelledât-ı erbaa’dan (meydana getirilmiş şeylerin dördü) ve ‘nefis’ ve ‘akıl’ ve ‘insan’ ve ‘mertebe’den terkip edilmiştir. Ve bir tâife bu sayılara düşkün olup onlardan birçok bilgi çıkarırlar; ve onlar ile tevhîde işaret ederler. Ve bunun şerhi bu kısaltılmış bölümde uzun olur. Biz dönüp deriz ki, muhakkak vâhid (bir) ‘fî’ (…de, …içinde) vâsıtasıyla değil, ‘vâv'(ve) vâsıtasıyla misli üzerine isnat/atf olunursa ‘iki’nin varlığı görünür. Ve ‘vâhid’ aded değildir; aded ondan var olur ve onun yokluğuyla yok edilir. Onun ‘iki’ üzerine eklenip birleşmesi ‘üç’ün varlığını görünür kılar. Ve eklenme ‘üç’ üzerine olursa ‘dört’ün varlığı zâhir olur. Ve onu ‘bin’den çıkarırsan ‘bin’ mertebesi bozulup başka bir aded peydâ olur. Dolayısıyla o asıldır, ve bilcümle sayıların menşeidir. Ve çift sayıların evveli ‘iki’, ve ferd adedlerin evveli ‘üç’tür. Ve ‘iki’ her bir zevcin(çift) aslıdır. Ve ‘üç’ her bir ferdin (tekin) aslıdır. İmdi zevc tabii öncelik ile ferd üzerine mukaddemdir(önce gelen). Zıddı mümkün değildir. (…) İmdi bu takarrur ettikde (karar kıldıkta) aded, zevc, ve ferd içinde mahsûr olur.
İmdi bazı duraklarda ferd zevce gâlib olur; ve bazı duraklarda zevc ferde galebe eder. Ve insana hevâsıyla ve başkasının hevâsıyla harb etmek vâcibdir. İmdi o muhârebe ettiği vakit, bir mubahda veya masıyette muharebe etmekten uzak değildir. Bu durumda da zevc ferde gâlib olur. Ve eğer başkasının hevâsıyla harb ederse ferd zevc üzerine gâlib olur. Ancak eğer muharebe masiyette olursa zevc ferd üzerine gâlib olur. Zîrâ tevhîd ikidir: Biri ahadiyyet tevhididir ve o İslâmî ümmetden olan âsîlerin tevhîdidir. Ve o asl-ı fâsid (bozuk asıl) üzerine terkip edilmiş(bileşik) olan sahîh tevhîddir.Ve diğeri ferdaniyyet(tek olma) tevhîdidir. Ve o Muhammed ve Mûsâ (aleyhime’s-selâm)ın ve âriflerin ve ümmet-i İslâmiyyeden olan âlimlerin tevhîdidir. Ve asl-ı sahîh üzere mürekkeb (bileşik) olan sahîh tevhîddir. İmdi ahadiyyet tevhidi her bir durakta her bir şeye galebe eder. Bundan dolayı sen düşmanının senin üzerine tasarruf etmesinden kendini koru! Ve ferdaniyyet tevhîdi bazı duraklarda gâlib olur ve bazı duraklarda mağlûb olur. İmdi onun galebe ettiği duraklarda onu iltizâm et (gerekli say); ve mağlûb olduğu vakit ahadiyyet tevhîdini iltizam et! Ve bu bâb büyük sırları içerir. Biz kısa tutmadan dolayı onları bıraktık. Zîrâ onların bazısı bazısına müteşa’ab (dal-budak salmış) haldedir. Ve bazılarını anlamak bazılarının anlaşılmasına bağlıdır. Ve bu işâret âriflere yeterlidir.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked