“Bir kimse görüyor; velâkin sen bir kimse değilsin ki, o bir kimseyi göresin.”
Nebî (a.s.v.) Efendimiz, anlam olarak: “Gece uzundur, onu uykun ile kısaltma; ve gündüz aydınlıktır, onu günahların ile karartma” buyurdular. Halkın teşvîşi (bulandırması / karıştırması) ve dostların ve düşmanların zahmeti olmaksızın sır söylemek ve hâcât (ihtiyaçlar) talep eylemek için gece uzundur. Bir halvet (yalnızlık) ve sükût hâsıl olmuştur. Ve Hak Teâlâ ameller riyâdan masûn / mahrûs (korunmuş) bulunmak ve hâlisan-lillâhi Teâlâ olmak için bir perde çekmiştir. Ve geceleyin riyâkar olan adam, muhlisten ayrılır. Gece vakti herşey mestûr (örtülü) olup, gündüz rüsvâ (aşağılık, bayağı) olurlar. Riyâkâr olan adam ise geceleyin rüsvâ olur. O der ki: “Mâdem bir kimse görmüyor, kimin için yapayım!?” Ona derler ki: “Bir kimse görüyor; velâkin sen bir kimse değilsin ki, o bir kimseyi göresin.” Senin hâlini öyle bir kimse görüyor ki, bütün kimseler onun kabza-i kudretindedir. (kabza-i kudret: kudret eli) Ve acz vaktinde onu çağırırlar; ve diş ağrısı, göz ağrısı, kulak ağrısı ve töhmet ve havf (töhmet: kesin olmayan suç isnâdı; havf: korku) zamanlarında hep onu yâd ederler (anarlar); ve onun işittiğine ve hâcetlerini yerine getireceğine kuvvetle güvenirler. Ve bir hastanın sıhhati ve belânın def’i için, gizli gizli sadaka verirler. Ve yine o bağışı ve sadakayı kabûl ettiğine mutmain olurlar. Onlara sıhhat ve ferâgat ihsân eyledikte, o yakîn (şüphesiz bilgi) onlardan geri gider ve hayâl-endîşlik (hayâl kuruculuk) döner. Ve “Hudâvendâ! O zindan köşesinde usanmaksızın bin ‘Kul hüvallah‘ okuyarak sıdk ile seni çağırmamız ve senin bizim hâcâtımızı revâ eylemen ne hâl idi?” derler. Şimdi biz zindan içinde nasıl muhtaç idiysek, zindan hâricinde de öylece muhtâcız; tâ ki bizi bu zulmânî âlem zindanından, nûrânî olan enbiyâ (nebîler) âlemine ihrâc eyliyesin.
Şimdi… Zindan ve derd hâli hâricinde iken, o ihlâs, bize niçin gelmiyor? Zîrâ acabâ fayda eder mi, yoksa etmez mi? diye bize bin hayâl ârız oluyor; ve bu hayâlin etkisi bin tembellik ve melâlet (sıkıntı) veriyor. Hani o hayâlsiz olan yakîn (şüphesiz bilgi)? Hak Teâlâ cevâben buyurur ki (anlam olarak): “Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin!..” (Mümtehine, 60/1) Yâni sizin ve bizim düşmanımızdır dediğim bu adûyu (düşmanı), dâimâ zindan içinde mücâhedede tutunuz. Zîrâ o zindan, belâ ve renc (sıkıntı, eziyet) içinde bulundukça, ihlâsınız görünür olur ve kuvvet kazanır. (…) Ser-rişteyi (ipucu/tutamak) unutmayın ebed7 murâda ulaşma ve karanlık zindandan halâs (kurtulmak) için dâimâ nefsi bî-murâd (murâdsız) tutun. Zîrâ “Mevkıf-i itâbda (azarlama durağında) Rabbinin katında hâzır olacağını bilip, ondan korkarak, nefsini hevâ (arzu, heves, istek) ve şehvetlerinden uzak tutan kimsenin menzil ve karargâhı cennettir.” (Nâziât, 79/40-41) (FÎHİ MÂ FÎH’den (Müellifi: Mevlâna Celâleddîn Rûmî, Tercüme: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayan: Dr. Selçuk Eraydın, İZ Yayıncılık, 8. Baskı 2009) ONDÖRDÜNCÜ FASIL, s. 57 )
No Comments