Ağlama ve Feryâdın Muhammedî Mertebeden Bilinmesi

 

Fütûhât-ı Mekkiyye (Müellif: Muhyiddin İbn Arabî / Çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul-2009) 11. Cild, Üç Yüz On Üçüncü Bölüm’ün birkaç yerinden alıntılar bu yazıyı oluşturacak.

“Ruhlarımızın aslı, Hz. Peygamber’in ruhu; Âdem ise beden yönünden babadır. Nuh gönderilen ilk peygamberdir (resul). Ondan öncekiler ise nebiydi: Her biri Rabbinden bir şeriat almıştı, dileyen şeriatına girer dileyen gitmezdi. Bir insan şeriatına girip de irtidad ederse (bırakıp başka bir yola girerse) kâfir olurdu, girmezse olmazdı. Kim kendini ilave bir yükümlülüğe sokar ve peygamberi yalanlarsa, kâfir olur. Kim bunu yapmaz ve beraatı (fazileti/ olgunluğu) üzere kalırsa, olmaz. Allah Her ümmete korkutucu gelmiştir (Fâtır, 35/22) buyurdu. Kastedilen, resullük değildir. Âyet, her ümmet denmezdite Allah’ı ve âhiret işlerini bilen birisinin bulunması anlamına gelir ki, o da peygamber değil, nebidir. Peygamber olsaydı, âyette ‘ona denir’, ‘onda denmezdi.’ Onların içerisinde Allah’ı bilen nebiler vardı. Dileyen onlara uyar ve onlarla birlikte şeriatların hükmüne girerdi; dileyen, böyle bir yükümlülük altına girmezdi. Bu bağlamda İdris (as) da onlardan birisiydi. Hâlbuki Kuran’da onun peygamberliği hakkında açık bir nas yoktur. Onun hakkında sıddık nebi denildi. Kendisine Resullük kapısının açıldığı ilk kişi, Hz. Nuh’tur. İlk var olan insan ruhu ise, Hz. Muhammed’in ruhu, ilk insan bedeni Âdem’in bedenidir. Varislerin resullükten payı vardır. Bu nedenle Muaz ve başkalarına Allah’ın peygamberi’nin elçisi denilmiştir ve bu mertebeyi elde etmemişlerdir. Kıâyamet günü peygamberlerle sadece her topluluk içerisinde peygambere ulaşan isnat zincirleriyle hadisleri rivayet eden hadisçiler haşredilir. Onların da resullükte bir payları vardır. Onlar vahyin aktarıcıları ve tebliğde nebilerin vârisleridir. Fakihler ise, hadis aktarımında bir payları yok ise, bu dereceye sahip değillerdir. Onlar peygamberlerle değil, insanların geneliyle birlikte diriltilir. Âlim adı hadisçilere verilir. (…) Salih insanlar arasında keşfinde Hz. Peygamber ile sohbet eden veya keşif yoluyla müşahede âleminde onun sohbetinde bulunan ve ondan bilgi alan kişiler de, kıyamette onunla birlikte diriltilir. Böyle bir insan en şerefli mertebede ve en yüce bir halde peygambere sahabe olanlar içinde bulunur. (…)”

” Yaratılış önce cennette ortaya çıkmış, sonra yeryüzüne inilmiştir. İnmenin nedeni, günahın cezası değil, halife olmaktı. Çünkü Âdem’e ve Havva’ya ceza, örtülmesi gerekli organların ortaya çıkması ve görünmesiyle zaten verilmişti. Öte yandan seçilme ve tövbe, ilahi kelimeleri algılama yoluyla gerçekleşmişti. Dolayısıyla inmenin yegâne sebebi halifelik olmalıdır. Bu durumda cennetten iniş ( ve düşüş), mutlu evlâdının (çocuklarının) oluşan bir kalabalıkla âhirete dönmek üzere, şereflendirme ve ikram inişiydi. Bu evlâd peygamberler, veliler, nebiler vemüminlerden oluşan mutlu insanlardır. Fakat halifelik zâhirde yöneticilik demektir. Çünkü halife, hükümdar yetkisiyle ortaya çıkarak Efendisinin nitelikleriyle âlemde tasarruf eder. (…) Böylelikle hükümdar, onlara daha çok yaklaşmıştır. (…) Bu nedenle peygamberlere indirilen vahiyde ‘De ki, sizin gibi bir insanım, bana vahyedilir (Fussilet 41/6)’ buyrulur. Bu, bu hastalığa deva bir âyettir. Nebî ve resullerin dünya hayatında sürekli ağlamaları ve üzülmeleri bundan kaynaklanır. Dünya Allah’ın fitnesinden sakınılması gereken bir yerdir. (…) Hz. Peygamber şöyle der: “Ben Allah’tan en çok korkan ve korkumun nedenini en çok bileninizim.” Hadis, Hz. Peygamber’in çok ibadet ettiğini gören sahabenin “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı” demeleri üzerine söylenmiştir. Sahabenin söylediği husus, “Allah senin günahlarını bağışlasın diye…” (El-Fetih 48/2) âyetinde dile getirilmiştir. Başka bir âyette “Allah’tan âlim kulları korkar (Fâtır 35/28) ve “Allah’tan hakkıyla korkun” (Âl-i İmrân 3/128), “Allah’tan gücünüz ölçüsünde korkun” (et-Teğabün 64/16), “Allah’tan korkun, Allah size öğretir” (el-Bakara 2/82) denilir. İşte vârislerin nebilikten olan payı, Allah’ın muttaki kullarına bilgi öğretmesinden ibarettir. Takva sahibi de bilginin kaynağına yaklaşır ve şöyle der: “Rabbim bana peygamberlerinin şeriatını bildirdi.” Söz konusu peygamber bu şeriat ile bu bilgiyi aldığı Allah’a ibadet etmiştir. Allah da ona bu bigiyi ilham eder.”

“Diriler ve ölüler de eşit değildir. Evet, Allah dilediği kimseye duyurur; oysa sen kabirlerdeki kimselere aslâ duyuramazsın.”(Fâtır, 35/22) “Sen yalnızca bir uyarıcısın.” (35/23)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked