“Mutlak Varlık ya da zât-ı ilahî gayb âlemidir.”
Müellifi Abdülkerîm el- Cîlî, Mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına Hazırlayanları merhûm Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli (günümüzde Prof.Dr), Abdullah Kartal olan ve İZ Yayıncılık’tan 4. baskısı; İstanbul, 2015) yapılmış İNSÂN-I KÂMİL isimli eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.15’den ikinci paragrafın ilk cümlesi alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmektedir) oluşturacak bu yazıyı.
“Hakikate zat açısından bakıldığında, ‘Hak’ denir; sıfatlar ve isimler cihetinden bakıldığında ise, ‘halk’ denir. Zat, sıfat ve isimlerin ‘ayn‘ıdır (aslı, kendisi, gerçeği).
Vücûdun (varlığın) tabiatı ile ilgili üçüncü esas, ilâhî isimlerdir. Cîlî, mutlak isim olarak müsemmayı (adlanmış, adlanan) anlaşılır kılan, hayalde canlandıran, vehimde hazırlayan, düşüncede tasarlayan, hatırda koruyan ve akılda var eden şey olarak tanımlamaktadır. (…) İsmin müsemma ilişkisi, zâhirin bâtın ile ilişkisi gibidir. Bu açıdan isim müsemmanın aynıdır. Hak ancak halktan ibaret olan isimleri ve sıfatları ile bilinebilir. Hadis-i kudsîde şöyle denmektedir: ‘Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim; ve mahlûkâtı yarattım. Beni onunla bildiler.’ ‘Allah‘ ismi, bütün kemâlâtın maddesidir; bütün kemâller bu ismin feleği altında gizlidir. Allah’ın kemâlinin ise nihâyeti yoktur. Çünkü Hakk’ın kendi nefsinden izhar ettiği her kemâlin gaybında daha büyüğü vardır. Bütün mahlûkât, ilâhî kemâlatın mazharlarıdır (zuhur yerleridir) veya Cîlî’nin ifadesiyle zâtın arşıdır.
Cîlî’ye göre varlık meselesindeki en önemli kavramlardan birisi de, ulûhiyet mefhumudur. Ona göre ‘ulûhiyet‘, vucûdî hakikatlerin toplamından ibarettir. Diğer bir ifade ile ulûhiyet, bütün ilâhî ve kevnî (oluşsal) mertebeleri içine alan bir hakikattir ve her hak sahibine varlıktan hakkını verir ; ayrıca ulûhiyet, zâtın en büyük mazharıdır. (…) Cîlî, bu ontolojik nazariyelerden İnsân-ı Kâmil nazariyesini oluşturmak için yararlanır. Bu doktrinin özeti şudur: İnsan, Allah’ın hariçteki en mükemmel mazharı, Allah’ın kendi sûretinde yarattığı varlık ve Hakk’ın kendisinde isim ve sıfatlarını gördüğü aynadır. (…) Her insanın potansiyel olarak sahip olduğu imkân, sadece kâmil insan için fiil olarak mümkündür. Bu itibarla Kâmil İnsan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bi’l-fiil kendisinde tahakkuk ettiren varlıktan ibarettir. Bu da sadece Hz. Peygamber’e has bir imtiyazdır. (…) İbnü’l-Arabî’de olduğu gibi Cîlî’nin görüşüne göre de, Kâmil İnsan varlığın başlangıcından ebediyete kadar tekdir. Sûretleri itibariyle ise çoktur ve her zamanda o zamanın sahibi sûretınde zuhur eder ve onun ismiyle isimlendirilir. Ancak gerçek ismi Muhammed, künyesi Ebu’l-Kasım, özelliği ise Abdullahdır (Allah’ın kulu). (…)”
No Comments