” ‘Büyük tıkınma’ ya da edebiyatı edebiyatımsılarla öldürüş”

 

Hasan Bülent Kahraman’ın 9 Kasım 2018 tarihli yazısının başlığını bu yazının başlığında alıntıladım. Sadece bu başlığı görmek bile insanı ürpertiyor. Ne ki, yazarın “kendi izlenimini değerlendirmesi” gibi bir durumda değilim ama bir tuhaflık yok mu; bir yandan zâhiren edebiyatla ilgili bir kitap bolluğu varmış gibi, diğer yandan edebiyat âlemimizde okumaya değer, mutlaka okumanız gerektiğini düşündüğünüz kitaplar da, yazılar da, şiirler de 1970’li-80’li yıllarda olduğu gibi görünmüyor, duyulmuyor. Bu gazete yazısını ülkemizde günümüz edebiyatına dair okumam gereken bir yazı olarak buldum ve merakla okuyorum mesela; ama istisna gibi.

“Türkiye’deki güncel edebiyatla ilgili bir temel iddiam var. Ne derecede yayıldığını ya da paylaşıldığını bilmiyorum. Ama mevcut ve hızla gelişen edebiyatın birkaç temel meseleyi içerdiği kanısındayım.” diyor yazar ve “bunların hepsinin, edebiyatın üzerine oturduğu yeni sosyolojilerle ilgili olduğu” düşüncesini veya bilgisini ifade ediyor. Burada edebiyatı belirleyenin üstüne oturduğu sosyolojiler olduğu gibi bir yaklaşımı kasd ettiyse yazar, bunun beni fazla ilgilendirmediğini, hattâ böylesi bir belirlenmeyi yansıtan edebiyata ilgimin zayıf olacağını düşündüğümü belirteyim. “Canlı, üretken ve hepsinden önemlisi ciddi bir edebiyat eleştirisinden yoksunuz.” tesbiti önemli ve doğru gibi geliyor bana da. “Yaşanılan dönemi değerlendirme anlayış ve yaklaşımı”nın 1990’lara kadar edebiyat dergileri sâyesinde mümkün olduğunu, günümüzde ise bundan yoksun oluşumuzu o dergilerin olmayışına yani “edebiyatın sadece ‘üretilen’ ama üstünde düşünülmeyen bir verim alanı oluşuna” bağlıyor. Bu bağlamda yazarın çıkmakta olan edebiyat dergilerini önemsemediği anlaşılıyor. “Bunun da başlıbaşına bir sosyolojiye tekabül ettiği” görüşünde. Soruyor: “Ne oldu da edebiyat roman ve öykü yazım ve yayımıyla bu derecede yüklendi?”
İronik anlamda olsa gerek, “bir rönesans yaşadığımızı” söylüyor ve “Her yer tıka basa öyküler ve öykü kitaplarıyla dolu.” diye ilâve ediyor. Bunun “vahim olduğuna”, vurgularcasına işaret ediyor. Şu tesbiti ilginç: “Bizatihi üretimin kendisi tüketime dönüşmüş durumda.” Buna “Tüketici üretim” diyor. Ve durumu açıklamak için bulduğu söz: “tıkınma”. “Kimsenin elini büyük masaya uzatmadığı, daha azla ama nitelikli şeylerle yetindiği” fikrinde. “Kimsenin” derken fazla genelleme yaptığını düşünüyorum. Çünkü dediği gibi olsa vaziyeti herkesin kendisi gibi gördüğü anlaşılır, oysa öyle düşünmediği belli. “Post Entelektüel Dönem ve Edebiyat” isimli kitabında bu soruna değinmiş olduğunu belirterek, burada dediği şu: “edebiyat, tüketim toplumuna teslim oldu. Artık bir direnme/direniş alanı değil edebiyat. Yanlış anlaşılmasın: edebiyat toplumsal veya siyasal olana direnir. Ama öncelikle kendisine direnir. Edebiyatın ‘maliyesi’ farklı işler. Kalp paranın iyi parayı bozmamasına çalışılan asıl alan edebiyattır. Bugünse edebiyat bir vazgeçiş alanı.” Şu söylediklerini de kaydedeyim: “Bahsettiğim büyük tüketimci üretimi edebiyatın işlevinden vazgeçenler ya da onu hiç dikkate almayanlar gerçekleştiriyor. Her şeyin öldürücü bir bolluğa eriştiği dünyada edebiyatın da o kervana katılmasından başka çare, çıkar yol olmadığını görenler, oturup roman yazıyor. Öylece mevcut dünyayla özdeşleşiyor.”

Yazar, örneklerini verdiği dergilerin ‘edebiyat’ı meta(mal) hâline getirmesi olgusunu sıkıntı ile anıyor; dahası bazı popüler olmak kaygısındaki köşe yazarlarının da beslenme alanının o dergiler olduğunu ifade ediyor.

Yazar Nurullah Ataç’ı yücelterek anıyor ve onun baş eleştirmen olduğunu söylüyor. Eskiden beri öne sürdüğünü belirttiği görüşünü de takrarlamış oluyor bu yazısında: “Sinema endüstridir.” Filmler hakkında eleştiri değil binlerce sayfalık ‘tanıtma’ kitabı çıktığını, sayısız filmin puan falan verilerek yayımlandığını belirtiyor.

Bir tesbiti daha: “Eleştirmenin haklı bir ürküntüyle çekinip, hatta korkup içine kapandığı bir dönemden geçiyoruz.”

Birkaç cümlesini daha aktararak bitireyim.
“(…) Edebiyatçı bugün neyle geçinecek, neyle yaşayacak?” “(…) Bu ‘dertler’le edebiyat sosyolojisi ilgilenir. Ama bizde hep öyle oldu: edebiyat varsa sosyoloji yoktur.”
“Oysa bir edebiyat var. Peşpeşe yayınlanmış beş kitap bize ‘ekalimi leyal’den (gece iklimleri) haberler getiriyor.”
“İlk kitap Demir Özlü’nün, eşsiz öykücü Özlü’nün, Güvercinler ve Matmazeller başlıklı, öykü, anlatı, düş-metinler kitabı.”
“Fiziğe dokunmaksızın metafizik olamayacağını onun kadar kimse bilemez.” (Çok abartılı bir hüküm.)
“Bir başka çarpıcı metin:
Kumkuma. Selim İleri, Abdülhak Hamid’i anlatıyor.
Ama ne anlatım. Daha önce İleri’de tanıdığımız ‘verili’ bir kişinin dramatis personae’ye dönüştürülmesi.”
“(…) Ama bilhassa İleri’nin romanındaki kişileştirmeleri bugünün cılız kültür ortamında kim anlayacak? Sorulacak sorudur.
“İkinci grup kitaplar içinde en ‘zayıf’ olanından başlayalım. Büyük şair Turgut Uyar’ın zamanında, 1978-1984 yılları arasında kadın dergisi Elele’de yayınladığı kitap tanıtma yazılarını kapsıyor, Elele Okuyalım. Zayıf elbette ama nefis bir kitap.”
“Diğer kitap, Turgut Uyar’ın eşi Tomris Uyar’ın.
Aşkın Yıpranma Payı. O da Elele dergisindeki yazıları ve söyleşileri kapsıyor, o da 1976-1985 arasına yayılıyor.”
Bu uzun yazının son cümleleri: “Hangi edebiyatçılar izliyor bu edebiyatı? Hangi eleştirmenler?
Hangi dergiler? Hangi ‘sosyal medya?’ Edebiyatı ancak edebiyat savunabilir.”
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/kitap/kahraman/2018/11/09/buyuk-tikinma-ya-da-edebiyati-edebiyatimsilarla-oldurus

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked