“Nûr ve Varlık”
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III‘ün (Müellif: Muhyiddin İbnu’l-Arabî, Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk , Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı- Dr. Selçuk Eraydın, 6. Baskı, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları İFAV, İstanbul-2017) başlarından Nûr ve Varlık başlığı altındaki kısımdan yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
” İçinde yaşadığımız cisimler âleminde bir ‘gölge‘nin meydana gelebilmesi için ‘ışık‘ şart olduğu gibi, Hakk’a nisbetle ‘gölge varlık‘tan bahsedebilmek için de bir ‘nûr‘a ihtiyaç vardır. Bundan dolayı gölge varlık anlayışında sözü edilen temel kavramlardan biri de Allah’ın ‘Nûr‘ ismidir. Kâşânî Istılâhât‘ında ‘Nûr‘u şöyle tarif etmektedir: ‘ Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Nûr, Allah’ın Zâhir ismiyle tecellîsidir; yani bütün âlem sûretlerinde ‘zâhir‘ olan ‘vücûd‘dur. Ayrıca ledünnî ilimler ve ilâhî vâridâttan gizli ve örtülü olan şeyleri keşf eden, âşikâr kılan her şeye ‘nûr‘ ismi verilir ki, kalbden kevni (yâni mâsivâyı) tard ederler.
A.Avni Bey Yûsuf Fassı‘nın şerhinde, bu âlemde bir nesnenin gölgesi ışıkla zuhûra geldiği gibi, bütün âlemin bir gölgeden ibâret olan varlığının da Hakk’ın Nûr ismi ile zâhir olduğunu, ‘nurlar nûru‘ olan Hakk’ın ‘hakîkî nûr‘ olduğunu söylemekte ve bu ‘Nûr‘ hakkında şu açıklamaları yapmaktadır: ‘Hakîkî nûr‘ kendisi vasıtasıyla varlıklar idrâk olunan ‘Nûr‘ dur; fakat kendisi idrâk olunamaz. Çünkü ‘hakîkî nûr‘ nisbetler ve izâfetlerden soyutlanmış olması bakımından Hakk’ın Zât’ının aynıdır (hakikatidir). Hz.Peygamber’e ‘Rabbini gördün mü?‘ diye sorulduğunda: ‘Bir nûrdur, ben O’nu nasıl görebilirim?‘ buyurmuştur. Bu hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır ki, Hak Teâla soyut bir nûrdur, O’nu görmek mümkün değildir. Şu halde ‘hakîkî nûr‘u mazharlar, nisbetler ve izâfetlerden soyutlanmış bir halde görmek ve idrâk etmek mümkün değildir. Onun idrâk edilmesi, tenezzül mertebelerinin gözler önüne getirmiş olduğu perdeler arkasından, mazharlarda mümkün olabilir. Meselâ güneşin ışığına çıplak gözle bakılamaz; bakıldığında göz kamaşır ve göremez olur. Fakat bir bulut perdesi arkasından veyâ isli bir cam arkasından bakıldığında görülebilir. ‘Hakîkî nûr‘un görülebilmesi için de ancak, onun mazharı olan bu kesîf âlem perdesi arkasından bakmak ve görmek gerekmektedir. Hakîkî nûr ‘mutlak vücûd‘ olan Hakk’ın varlığına mugâyir (aykırı) değildir. Zîrâ mutlak vücûd zıddı olan ‘adem‘ ile akledilebilir. ‘Vücûd‘ hakkında nûr oluş, ‘adem‘ için de zulmet yani karanlık söz konusudur. (…) Dr. Suâd Hakîm İbnü’l-Arabî’nin ‘nûr‘ kelimesini iki manâda kullandığını söylemekte ve şu şekilde açıklamaktadır: 1. Halkın mebdei; veya taayyünlerin zuhûru kendisiyle olan nûr. Bu manâda Fütûhât‘taki şu cümleler zikredilebilir: “Allah Teâlâ bizi Adem zulmetinden vücûd nûruna çıkardı, bir nûr olduk.” (Füt. 3/412) ve “Allah, bütün mevcutlarda münbasıt olan (açılan) Nûrdur ki, buna ‘vücûd nûr‘u ismi verilir.” (Füt. 2/241) 2. İdrâkin mebdei veyâ vücûdda sârî olan akıl manâsında nûr: “İdrâk Nûr ismiyle vâki oldu; ve bu gölge de mümkin varlıkların ‘ayn‘ları üzerine mechûl bir gayb sûretinde yayıldı. İdrâkin mebdei olanbu nûr, başka bir terimle ‘şuhûd nûr‘u ve ‘iman nûru’dur. Kaşânî “Allah semâlar ve arzın nûrudur”(Nûr, 24/35) âyetinin tefsîrinde şöyle demektedir: “Nûr kendi zâtıyla zâhir ve eşyâ (şeyler) kendisiyle zâhir olandır. Nûr İlâhî isimlerden, zuhûrunun şiddeti ve eşyânın kendisi ile zuhûr etmesi bakımından mutlak bir isimdir. (…) Allah varlığıyla bulunduğu ve zuhûruyla zâhir olduğu için, semâlar ve arzın nûrudur. Yâni ruhların semâlarını ve cesedlerin arzını ızhar edendir. Bu nûr ‘mutlak vücûd‘dur ki, mevcut varlıklardan vücûd bulan her şey O’nunla aydınlanıp vücûd bulmuştur.‘ (…) Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah halkı zulmette halk etmiştir. Sonra onların üzerine nûrundan serpmiştir.” Burada ‘halk etmek‘ ‘takdîr‘ manâsındadır. Zîrâ takdîr ‘îcâd‘dan, yani vücûdun ifâza edilmesinden (bereketlenmesinden) kinâyedir. Mümkin ‘zulmet‘ ile vasıflanmıştır. Çünkü ‘vücûd‘la münevver (aydınlanmış) olur. (…) Zîrâ Allah Teâlâ ma’dûm (yok) olan ‘mâhiyet‘leri vücûd nurlarıyla nurlandıran Nûr’dur. Onları adem gizliliğinden feyzi cûduyle zuhûra çıkarmıştır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah halkı zulmette halk etmiştir. Sonra onların üzerine nûrundan serpmiştir.” (…) Mümkin ‘zulmet‘ ile vasıflanmıştır. Çünkü ‘vücûd‘la aydınlanır. Onun nurlandırılması ise onu zuhûra çıkarmak demektir. (…)”
No Comments