İsmet Özel’in bazı yazılarından derleme alıntılar
“Mina Urgan 27 Mayıs 1960 hadisesinden sonra 147 akademisyenin tasfiyesinin kendisi de 147’den biri olmasına rağmen lehinde bulunuyor. Demek ki Türkiye’de oynanan oyunun kurallarını hem bilmiyoruz, hem de bilinip bilinmemesini umursamıyoruz.”
“Eğer modernlik insanlığa getirdiği nisbî kolaylıklar mukabilinde felâketler doğurduysa cephe almamız gereken doğrudan modernliğin kendisidir. ‘O kötülüklerin sebebi modernliktir; oysa biz modern değil post-moderniz‘ deyip işin içinden sıyrılmak marifet değil. Bütün ‘post‘lar gibi post-modernlik de bir hakîkati gizlemek içindir.”
“Hayır, ne tuhaflıklara meyletmekten, ne de kendine macera uydurmaktan söz ediyorum. Bilakis, sözünü etmek istediğim tuhaflığın ‘araziye uymak‘ suretiyle gündemde kalışı ve çapsızlığına rağmen kendine tapma hastalığının insanlığı kemirdiğidir.”
“Dikkat edin: SSCB haritadan silindi; ama ülke halen komünizmin veya Brejnev doktrininin değil, Çarlık döneminde Rusya’ya ekilen tohumların meyvesini yiyor. Oysa Mao’nun kültür devrimi hiç iz bırakmadan inkıraza uğradı. Çin’in bütün parlaklığının o ülkenin Dünya sistemi’ne sağladığı dayanaklarda gizli olduğunu bilmemek çok büyük bir gaflettir.”
“Açıkcası, modernliği alt etmenin yolu öncelikle Dünya sisteminin sırtını yere getirmekten geçiyor. (…) Var mı Dünya sisteminin tekerleğine çomak sokmanın bir yolu? İşte kendini inşa etmek burada devreye giriyor.”
“Avrupa kendini niçin Rusya karşısında güvensiz hissediyor ve tersi olmuyor? Çünkü Rusya’da hangi sahada ileri bir çalışma yapmak istiyorsanız ülke dışına çıkmak zorunda değilsiniz. (…) Rusya XVIII. yüzyılda kendi yağıyla kavrulmadıkça güçlü olanın istikametinde seyretme mecburiyetini anladı. Başına ‘ihtilâl‘ belâsının sarılma sebebi budur. Bizi kahkahalara boğan birçok fıkraya konu olan Sovyet hayatı geçip gitti. Rusya’da geçip gitmeyen şey yaptığı işin hakkını vermektir. (…) Fikirlerin ve akademik hayatın sıhhati Türklerin korktukları şeylerin başında gelir. Mina Urgan’ın 27 Mayıs 1960 hâdisesinden sonra 147 akademisyenin tasfiyesinin kendisi de 147’den biri olmasına rağmen lehinde bulunması gibi. Demek ki Türkiye’de oynanan oyunun kurallarını hem bilmiyoruz, hem de bilinip bilinmemesini umursamıyoruz.”
“Benim çocukluğumda ‘eski yazı‘ denilen şeye günümüzde Osmanlıca deniyor. Acaba Selçuklular da Osmanlıca mı yazıyordu?” (…) ” “Tarihimiz kadar dilimiz hususunda da övündüğümüz şey cehaletimizden başka bir şey değildir. Bir gün ne olacak da ‘Misâk-ı Millî‘ şuuruna ereceğiz? Misâk-ı Millî hâdisesi bir sınır genişletme hâdisesi değildir. Eğer Türk milletinin şuuru Misâk-ı Millî ile tahkim edilirse bu millet yerküre üzerinde hangi yeri hükmü altında tutuğunun farkına varacak. ‘Varmasa ne olur?‘ diye sual edebilirsiniz. Gafletimiz bu derekedeyse sizin vatan müdafaasında yeriniz yok olup gitmiştir. Bizim üzerimizde tahsil hayatımız boyunca bugünkü sınırlarımızın Mîsâk-ı Millî sınırları olduğu zannı uyandırıldı. Hiçbir şekilde Türk topraklarının yönetiminin Mîsâk-ı Millî’den en çok taviz verenlere emânet edildiği aklımıza gelmedi. Dolayısıyla vatan müdafaasından şimdiki hudutlarımızı savunma anlamı çıkardık. (…) Mesele aslâ ne Faşist İtalya’nın ne de Nazi Almanyası’nın yayılmacılık siyâsetiyle kıyaslanabilir. Biz Türkler İslâmlaştırdığımız sahayı hükmümüz altında tutmaktan daha ileride bir tavrı benimsemedik. Tarihimiz Batılılaşmanın her türlü darbesiyle yaralıdır. Bu yaraları ancak hâlen hükmettiğimiz toprakların kıymetini bilerek sağaltabiliriz. Dünya sistemi’ne itaat sûretiyle sağalma olmaz. Kafalarda Cumhûriyet idâresi altında biri 1947-48 diğeri 1961-63 arasında yaşanan at katliamları yer etmelidir. Millî eğitimin gerek millîliği ve gerekse eğitime ne bakımdan yaradığı bütün toplumca tartışılmalıdır. Akarsularımızın ve göllerimizin düşmanlarımız tarafından toplum aleyhine şekillendirildiğini bilen yöneticilere muhtacız. Bütün bunlar uzun işler deyip burun kıvıranların toplumda ne kadar etkin olduğunu biliyorum. Ne oluyorsa bile bile lâdes tarzında gerçekleşiyor zâten. ”
No Comments