“Medeniyet, ilerleme ve İslâm geleneği”
“(…) Dinine ve vatanına sadakati kavî olan Ziya Paşa İslâm medeniyetinin Avrupa’nın gerisine düştüğü inkâr edilemez bir hakikat olduğunda, bu hazin durumu çarpıcı bir şekilde şöyle ifade eder:
Diyar-ı küfrü gezdim; beldeler, kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslâm’ı, bütün virâneler gördüm
Bu virânelik halinin sebebi, İslâm’ın kendisi değildir. Olsa olsa Müslümanların medeniyet ruhunu ve heyecanını kaybetmiş olmasıdır. 19. yüzyılda medeniyet ile terakki kelimeleri hemen her alanda eş anlamlı hale geldiği için ‘İslâmiyet terakkiye ma’ni değildir…‘ sözü, bir slogan olmanın ötesinde onurlu bir çıkış arayışının ifadesiydi. ‘ (…) Dahası Batı’nın medeniyet iddiası tartışmalıdır zira Batı’nın Doğu’ya bakan yüzü sömürgeciliktir. Müslüman toplumları geri bırakan onların dini değil, din ve dünya tasavvurlarında yaşanan gerileme ve fakirleşmedir. İslâm dünyasında bir medeniyet ihyası (dirilişi) olacaksa, bu, dine rağmen değil, dinle beraber ve onun sağladığı imkânlarla olacaktır.
Namık Kemal, bu hususu Avrupalılara meydan okuyarak dile getirir:
Ey mösyöler! Din varken terakki mümkün olamayacağını siz nereden bildiniz? Acaba tâbi olduğunuz mezhebin ahkâmından (hükümlerinden) hiç haberiniz var mıdır? Bizde indallâh ve indennâs (Allah katında ve insanlar katında) her fiilden mes’ul (sorumlu) olan hükûmet erbâbını papalar gibi masum mu sayıyorsunuz? Ulemâyı (âlimleri) papazlar hükmünde mi tutuyorsunuz? Neden korkuyorsunuz? Hıristiyanlara zulüm etmekliğimizden mi? Bilin ki dinimizin ahkâmına göre hukukça herkes müsâvîdir. Düşünün ki İspanyollar Gırnata’yı aldıkları zaman halkı tebdîl-i din (din değiştirme) icbârı (zorlaması) ile ateşlere yaktılar. Biz İstanbul’u aldığımız vakit her mezhep sâhibine âyin icrâsı için kâmil (anlamda) mezûniyet (izinlilik) tanıdık. Diyorsunuz ki, Asya’da bu kadar milyon nüfus çürüyüp duruyor, İslâm’ın kavâidinde (kâidelerinde) ne hâsiyet (faydalılık) olduğu bundan bilinir. Bilmiyorsunuz ki, halkın çürümesi o kâidelere ittiba olunmadığındandır (uyulmadığındandır). Bir kere düşününüz, Romalıların inkırazından (tükenmesinden) sonra âlemde mesâir-i medeniyeyi (medenî ateş karıştırıcıları) ibkâ eden ( dâim kılan) İslâm değil midir? (…) İslâmlığın siyâsî hükümlerinde terakkiye engel olacak bir şey yoktur. (dipnot: Hürriyet gazetesi no.11, nakleden: Kâmuran Birand, Aydınlanma Devri Devlet Felsefesinin Tanzimatta Tesirleri (Ankara: Son Havadis Matbaası, 1955), s.43.
Namık Kemal’in çağrısı açıktır: Müslümanlar İslâm’ın hükümlerini terk ettikleri için geri kalmışlardır. Medeniyete giden yol, bu hükümlerin ‘Ezmânın (zamanların) tagayyürü (değişmesi) ile ahkâmın / hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz.‘ kaidesi çerçevesinde uygulanmasından geçer. Bu düşünceden mülhem (ilham edilmiş) olarak Ahmed Midhat Efendi ‘… İslâmiyet demek medeniyet ruhu demek; medenî olmak için Müslüman olmak kâfidir.‘ der. (dipnot: Nakleden M. Aydın, Kültür ve Medeniyet, s. 383. Musa Kâzım Efendi de aynı görüştedir: ‘Medeniyetten asıl maksat, bütün halkın refah ve saadet üzere yaşamasıdır. Bu da her hususta adâlet, kendi hem-cinsine yardım, bütün aklî ayıplardan sakınmakla hâsıl olur; bütün bunlar ise ancak hak dinle kaimdir. (dipnot: Musa Kâzım, ‘Medeniyet-Din İlişkisi‘, haz. İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi: Metinler/ Kişiler (İstanbul: Risale Yayınları, 1986), c.I, s.59.)
(İbrahim Kalın‘ın BARBAR- MODERN- MEDENÎ / Medeniyet Üzerine Notlar kitabından (İNSAN YAYINLARI: 705/İBRAHİM KALIN KİTAPLIĞI:3 / Birinci Baskı: 2018/ bazı alıntılar)
No Comments