Vücûd (Varlık) Mertebeleri
“Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi‘nin II. cildinin sunumunda, mertebeleri ayniyet ve gayriyet bakımından ele almış ve yedi mertebeden kısaca bahsetmiştik. Burada ise gölge âlem anlayışı ile ilgili görünen bazı yönlerine temâs edeceğiz. (…)
“Vücûd (Varlık) birdir; fakat büründüğü örtüler muhtelif ve pek çoktur. Bu vücûd bütün mevcutlarının hakikati ve bâtınıdır. Bütün kâinât, hattâ bir zerre bile bu ‘vücûd‘ dan hâlî (ayrı/boş) değildir. Başka bir ifadeyle bütün mertebelerde zuhûr eden Hakk’ın bir olan varlığıdır. Mevcut varlıkların ‘hakîkat‘ ve ‘bâtını‘ (zâhir’in zıddı) bu vücûddur. Varlık sâhasına çıkmış her mevcutta, hattâ bir zerrede bile bu ‘vücûd‘ sârîdir (bulaşıcıdır). Cisimler âlemindeki her varlık zâhir olduğu şehâdet âleminden önceki mertebeleri ‘potansiyel olarak‘ kendi ‘hakîkat‘ ve ‘bâtın‘ında taşımaktadır. Bütün mevcûdât bir olan ‘mutlak vücûd‘un mertebe mertebe inmesi sonucunda zuhûra gelmiştir.
(…) Biz burada yedili tasnifi esas alıp ayniyet ve gayriyet bakımından üzerinde duracağız.
- Ahadiyet, lâ-taayyün mertebesi: Bu mertebe vücûdun ‘ıtlâk’ mertebesi olup, ‘vücûd’ bu mertebede her türlü sıfat, isim ve fiilden münezzeh (uzak) ve her kayıttan, hattâ ‘ıtlâk‘ kaydından bile kurtulmuştur. Bu mertebe Hakk’ın ‘künhü‘ ve ‘Zâtı’ olup, bu mertebenin üzerinde başka bir mertebe yoktur. Her tür zuhûr, tecellî ve taayyünden münezzeh, mukaddes ve kurtulmuş olduğu için ‘lâ-taayyün‘, yani ‘belirmesizlik‘ mertebesi denilmiştir. Bu mertebe hakkında bilgi edinilmesi veya bilgi sahibi olunması imkânsızdır. Onun için ‘gayblerin gaybi‘ ve ‘hüviyet gaybi’ gibi bilinmezliğini anlatan birtakım terimlerle adlandırılmıştır. ‘Allah’ın zâtı hakkında düşünmeyiniz!‘ hadîsinde kasdedilen mertebenin bu olduğu söylenir. Kadîm ve ezelîdir. ‘Allah vardır, O’nunla berâber hiçbir şey yoktur.‘ hadîs-i şerîfi ve ‘Allah âlemlerden ganîdir‘ (Ankebût, 29/6) âyet-i kerimesi de bu mertebeye işâret etmektedir.
- İlk taayyün, Muhammedî hakîkat ve vahdet mertebesi Zât’ın irâdî olarak değil, zâtının gereği olarak tenezzül ve tecellî ettiği (indiği ve belirdiği) ilk mertebe (ilk taayyün). Zâtın kendi zâtını bilmesi. Bu mertebede Zât bütün isimlerle isimlenmiş, sıfatlarla sıfatlanmış olur ve câmî isim (toplayıcı isim) ile, yani ‘Allah‘ ismi ile isimlenir. Bundan dolayı ‘İlk taayyün‘e ‘ulûhiyet‘ mertebesi de denilir.
- İkinci taayyün: Zât bu mertebede sıfat ve isimlerinin gereği olan bütün tümel ve tikel manâların sûretlerini birbirinden ayrılmış olarak bilir. Bu sûretlerin bu mertebedeki varlıkları vücûdî olmayıp ‘sübûtî‘ dir. İlmî sûretlerden ibarettirler. Kesret âlemindeki varlıkların icâd edilmesine ‘illet’ (sebep) olurlar. ‘İlmî sûretler’in varlıklarının sebep ve illeti ise , bütün sıfât ve isimleri toplayıcı olan Allah‘dır.
- Ruhlar mertebesi: Vücûd (Varlık) ilk ve ikinci taayyün mertebelerinden sonra, ikinci taayyün mertebesindeki ‘ilmî sûretler’e göre ‘ruhlar’ mertebesine iner. ‘İlmî sûretler’ bu mertebede birer ‘basit cevher’ olarak görünür olurlar. Ruhlar cisim olmadıklarından, yarılma ve bitişmeyi kabul etmezler. İnsanın duyularıyla bu âlemi idrâk etmesi mümkün değildir. Bu mertebede her bir ruh kendini, kendi benzerini ve kendisinin ‘rubûbiyet’ mertebesindeki Rabbini idrâk eder. “Ben sizin Rabbimiz değil miyim?” (A’râf, 7/172) âyet-i kerîmesi bu mertebeye işaret eder ve ‘gayriyet’in ilk görünür olduğu mertebedir. (…)”
No Comments