Kâmil İnsan hakkında bilgi
Abdülkerîm el-Cîlî’nin İNSÂN-I KÂMİL isimli eserinin (Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun; Yayına hazırlayanlar: (merhûm Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli -şimdi Prof. Dr- , Abdullah Kartal; İZ Yayıncılık, 4. Baskı:2015) “İnsân-ı Kâmil Hakkındadır” başlıklı Altmışıncı Bâb‘dan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“İnsân-ı Kâmil Hz. Muhammed’den (s.a.v.) ibarettir. İnsân-ı Kâmil, Hakk’a ve halka mukâbildir. Şurasını da bil ki, bu bâb, bu kitapta mevcut olan bâbların kâffesinin hülâsasıdır. Belki kitâbın evvelinden âhirine, ne kadar izâhat varsa, bunların hepsi bu bâbın şerhidir. Bu hitâbı anla!”
“Şunu da bil ki; Nev-i insânî efrâdından (ferdlerinden) her ferd, bütün kemâliyle diğer insânî ferdin nüshasıdır. Birisinde bulunan şeyin diğerinde de bulunması zarûrîdir. Eli ayağı kesilmek veya ana rahminde bir ârızadan dolayı a’mâ olmak gibi avârız (ârızalar) bulunmadıkça, anılan düstûra muhâlif insan bulunmaz. Ber-vech-i meşrûh (anlatıldığı üzere) ârıza bulunmadığı takdirde, insan ferdlerinden iki insanî ferd yekdiğerine mukâbil birer âyinedir (aynadır). (…) Şu kadar var ki, eşyâ, yani şeyler / mevcûdât (mevcutlar) bazı insanlarda bi’l-kuvve (potansiyel olarak), bazılarında bi’l-fiil (fiilen) mevcuttur.
Esyâ kendilerinde bi’l-fiil bulunan zevât (kişiler), enbiyâ (nebiler) ve evliyâdan (velîlerden) kâmil olanlardır. Bunlardaki kemâlde de yine tefâvüt (farklılık) vardır. Bazıları kâmil, bazıları ekmeldir (en kâmil). Âlem-i vücûdda (varlık âleminde) Hz. Muhammed kadar kemâliyle taayyün eden (beliren) başka bir kimse zuhûr etmemiştir. Hz. Muhammed’in kemâlâttaki ifrâdına (aşırılığına) ahlâkı, ahvâli (hâlleri), ef’âli (fiilleri/eylemleri), akvâli (sözleri) şahid (tanık) ve burhândır (delildir). Hz. Muhammed, İnsân-ı Kâmildir. Hz. Muhammed’den başka kâmil olan enbiyâ ve evliyâ, kâmilin ekmele ve fâdılın efdâle erişmesi gibi, Hz. Muhammed’e mülhâktır (ilhâk edilmiştir/ katılmıştır). Ben (Abdülkerîm el-Cîlî) eserlerimde İnsân-ı Kâmil dediğimde, murâdım Hz. Muhammed’dir. Onun yüksek makâmına, en kâmil yerinin yüksekliğine öyle riâyet etmek farz olunduğundan, maksadımın bu olacağında şüphe yoktur. Maamafih (bununla birlikte), benim ‘insan‘ lafzı ile tesmiyemde (adlamamda) mutlak “İnsân-ı Kâmil” makâmına işaretim ve tenbihlerim de vardır. O tenbîhe âit ibârelerimin de Hz.Muhammed’den başkasına nisbet olunması câiz değildir. Çünkü İnsân-ı Kâmil ittifakla, O’dur. Mahlûkat ve mahlûkâtın Hâlıkı (yaratıcısı) katında Hz.Muhammed’e mahsûs olan erdemler bir kâmilde mevcut değildir. “ed-Dürretü’l-vâhide fi’l-lüccet-i’s-sâide” diye adladığım kasîdeyi ben Hz. Muhammed hakkında söyledim. İlk beşi şöyle:
“1- Bir kalp ki, içinde bulunan vecd ateşi tamamiyle rûha itaat etmiştir ve o kalbin sırrı ve konuşan sır olan lisânı, o kalbi zemmedenlere isyân eylemiştir.
2. İşte o kalb, Medine’de ‘Akîk‘ denilen mahalli ve o mahaldeki ahbâbı gayb ettiğinden dolayı gözlerinden döktüğü yaşları ‘akîk‘ şekline sokmuştur.
3. O kalb, aşk ve hasretle uykusuzluğa ülfet etti ve Medine’yi unutamadı. Güya gözlerinin bebeği, kirpiklerinin üstünde tuttuğu yaş taneleri ile Sühâ yıldızına nazîreler teşkil etti.
4. O kalb, bu’d-ı diyârdan, yani sevdiklerine uzak düştüğünden dolayı ağlamaktadır. Sen o kalbden Medine’de ‘Seli‘ denilen dağın hâllerini sor. O dağdan akan yağmur sularının teşkil ettiği azîrelerden (biçilmiş ekinler) hâsıl olan sular, ne kadar susuzları sulamıştır.
5. O kalbin enîni (iniltisi) gök gürlemesi; bükâ ve enînin (ağlama veiniltinin) ateş gibi zuhûru, şimşek gibidir. Medine’deki ‘Münhani‘ tepesi üzerindeki bulutlar da gözlerinin kapaklarıdır.”
No Comments