“Üç İslâm Şehri: Mekke, Medine, Kudüs”

 

İBRAHİM KALIN‘ın BARBAR, MODERN, MEDENÎ –Medeniyet Üzerine Notlar– kitabının (İNSAN YAYINLARI: 705 İBRAHİM KALIN KİTAPLIĞI: 3 BİRİNCİ BASKI 2018) bu başlıklı bölümünden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Mekke, vahyin tarihe müdahalesinin mekânıdır. (…) Hz. Peygamber, bütün peygamberlerin taşıdığı mesajı getirmiştir ama O aynı zamanda hâtemü’l-enbiyâdır. İslam inanç sisteminde Mekke makamıdır. Şirke, puta tapmaya, zulme, haksızlığa, sınıf yapılarına, ırkçılığa, kavmiyetçiliğe ve insanın insana köle olmasına yani hayır dendiği yerdir.”

“Medine, illâ ile tamamlar. Neyin reddedilmesi gerektiğini öğreten vahiy, insanları boşlukta bırakmaz ve neye inanmaları gerektiğini söyler. Şirke karşı tevhid, küfre karşı iman, zulme karşı adâlet, haksızlığa karşı hukukun üstünlüğü, ırkçılığa karşı hukukta eşitlik ve takvada üstünlük, zihnî ve bedenî köleliğe karşı özgürlük Medine’de tebellür eder (billurlaşır); derinlik kazanır ve ete-kemiğe bürünür. Müstakbel İslâm medeniyetinin metafizik ve ahlâkî temelleri burada atılır. Kurulan, modern manâda bir ulus-devlet değil; akla, inanca, erdeme ve estetiğe dayalı bir medeniyet şehridir.

Kudüs’ten Kahire’ye, Semerkant’tan İstanbul’a, Kurtuba’dan Timbuktu’ya kadar daha sonra kurulacak bütün İslam şehirleri, bir ideal ve prototip olarak kendilerine Medine ruhunu örnek almışlardır. Eski adı Yesrib olan ve Hicretten sonra “Medînetü’n-Nebî” (Hz. Peygamber’in şehri) adını alan Medine, Hz. Peygamber ile özdeşleşmiştir. Mekke’yi çok sevmesine ve hayatının en zor yıllarını burada geçirmesine rağmen Hz. Peygamber’in fetihten sonra Medine’ye dönmesi ve burada defnedilmesi, Medine ile İslâm medeniyetinin sonraki yıllardaki inkişafı arasında sıkı bir bağ kurmuştur. Medine olmadan bir İslâm şehrinden ve medeniyetinden bahsetmek mümkün değildir.

Kur’anın hem “Nebi”si (vahyi getiren elçisi) hem de ilk “müfessiri” (tefsir edeni) olan Hz. Peygamber, vahyin nasıl hayata geçirileceğini gösteren en önemli rehberdir. Hz. Peygamber’in yolunu (sünnetini) takip etmeden bir İslâm medeniyeti inşa etmek mümkün değildir. Bunun en somut şekilde tezahür ettiği yer Medine’dir. Şehir topoğrafyası, idarî merkezi, camisi, pazarı, tarım alanları, hurma bahçeleri, ticaret yolları vd. özellikleriyle Medine, müteakip yüzyıllarda ortaya çıkacak İslâm şehirlerinin prototipidir. Medine pazarı, ekonomik hayatın merkezidir. Yedi ayda tamamlanan Mescid-i Nebi mimari sadeliği, geometrik çizgileri ve farklı işlevleriyle İslâm mabetlerinin arketipidir. İslam dini mimarisine şekil ve renk veren asıl prototip Mescid-i Nebi’dir. (…) İlk dönem cami mimarisinin seçkin örnekleri arasında yer alan Kurtuba (755), Samarra (846-52) ve İbn Tulun (876) camileri, Mescid-i Nebi’nin temel özelliklerini koruyarak cami mimarisinde yeni imkânları ortaya çıkarır. (dipnot: Bkz. Robert Hillenbrand, İslamic Art and Architecture (London: Tahames and Hudson, 1999), s. 12-15 ve Jean-Louis Michon, “The Qur’an and Islamic Art”,The Study Qur’an, ed. S.H. Nasr veerird. (New York: Harper Collins, 2015), s.1759.) Bu yeni mimari formu, İslâm medeniyetinin mekân tasavvurunun ana unsurlarını da içerir. Açıklık, boşluk, negatif mekân, ışık, mimarî şeffaflık ve geçişkenlik, süreklilik, bütünlük fikri ve sonsuzluk hissi camiden eve, Kervansaray dan medreseye, hastaneden rasathaneye, kabirden saraya kadar bütün mimari alanlarda karşımıza çıkar.

Burada şu hususun altını çizmekte fayda var: İslâm, Medine’de şehirli hale gelmemiştir. Tersine Medine’yi bir şehir haline getirmiş ve yeni bir toplumsal yaşam biçimi ortaya koymuştur. İslam inancının temel ilkeleri ve Hz. Peygamber’in ve sahabenin yaşam pratiği, İslâm medeniyetinin gelecek vizyonunu bünyesinde taşır. Bu vizyonun bir dünya medeniyeti haline gelmesi, zaman ve mekân unsurlarının genişlemesiyle ete-kemiğe bürünmüş ve şehir, düzen, toplumsal dayanışma, hukuk, medenîlik, estetik gibi kavramlar İslâm medeniyetinin temel unsurları haline gelmiştir.

Neden köy, kasaba değil de şehir, yaratıcı pırıltının ışık saçtığı yerlerdir? Peter Hall, şehirlerin iyi yaşam ve düşünsel-sanatsal yaratıcılık üzerinde bir tekelinin olmadığını söyler. Fakat bu ikisi olmadan şehir hayatının seçkin ve üretken hale gelmesi de mümkün değildir. Hall, bütün avantaj ve eksikleriyle “büyük ve kozmopolit şehirlerin insan aklının ve muhayyile gücünün kutsal ateşini yakan” yerler olduğunu not eder. (dipnot: Sir Peter Hall,Cities in Civilization (New York: Pantheon Botoks, 1998), s. 7 vd.) Bu daha ziyade insanın kendi varlığına ve anlamına yönelik bir keşif yolculuğudur. Potansiyellerini akılları ve iradeleriyle keşfeden insanlar, bunu anlamlı bir yaşam eylemi haline getirirler. (…) İlim, fikir, üniversite, bilim araştırma merkezleri, müzik, şiir, edebiyat, mimari vd. yüksek kültür unsurları, iyi yaşam ve yaratıcı enerjiyi destekleyen ve çoğaltan amiller olarak işlev görürler. Bir şehrin yaşam kalitesini artıran şey, orada aklın ve duygunun rafine hale gelmesidir. (dipnot: Lewis Mumford da şehirlerin bu dinamik yapısına dikkat çeker; bkz.Lewis Mumford,The City in History: Its Origins, Its Transformations, and Its Prospects (New York: Harbinger, 1961). Ayrıca bkz. Andrew Lees, The City: A World History (Oxford: Oxford University Press, 2015).

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked