Barbar, Modern, Medenî

 

Medeniyet Üzerine Notlar-

İBRAHİM KALIN’ın İNSAN Yayınları: 705 İbrahim Kalın Kitaplığı: 3 olmak üzere Birinci Baskısı 2018’de çıkmış bu kitabın okurken altını çizdiğim yerlerden yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Kavafis’in şiiri, barbarların muhayyel ve düzenleyici işlevini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Barbarların gelmeyeceği, aslında hiç olmadıkları haberine sevinmesi gereken insanlar, buna neden üzülürler? Bu sorunun cevabını da ben ve öteki arasında kurulan ilişkide aramak gerekir. (…) İnsanlar meselelerini, olmayan bir barbar tehdidi üzerinden değil, kendi gerçekleriyle yüzleşerek çözmek zorundadırlar. (…) Muhayyel bir öteki, uzaktaki bir düşman, mutasavver (tasavvur olunan) bir barbarlar güruhu üzerinden kendini “medenî” olarak tanımlamak sorunları çözmez, tersine derinleştirir. Kendini medenî hissetmek için herkesi barbar görmek, medeniyet kurma imkânı vermez. (…)”

“Medeniyet, kültür, âdet ve geleneklerin ötesinde, varlığa ilişkin tutum ve davranışlar bütününü ifade eder. Kültür formlarını ortaya çıkaran da medeniyetin dayandığı zihnî, ahlakî ve estetik ilkelerdir. Bu manâda medeniyet, kültürün üzerinde ve ötesinde bir bilinç ve davranış biçimini ifade eder. Yine aynı sebebe binaen medeniyetler bir aidiyet duygusu ve kimlik inşa ederler. (…) Medeniyetler statik değil, dinamik ve hayatiyet sahibi organik yapılar oldukları için zaman içinde köklü değişimler de geçirebilirler. (…) İndirgemeci hiçbir yaklaşım medeniyet kavramı hakkında bize anlamlı ve tutarlı bir tahlil sunamaz.

Medeniyet kavramı 21. yüzyılda anlamını hâlâ muhafaza ediyor mu? Bu soruya sağlıklı cevap verebilmek için fikrî-kültürel ve siyasî-toplumsal iki tahlil düzlemini akılda tutarak bir durum muhasebesi yapmamız gerekiyor. Siyasî-toplumsal düzlemde küreselleşme, Westphalian ulus-devlet sistemi, liberalizm, devlet dışı aktörler ve anlık iletişim çağında, medeniyet kavramı tartışmalı bir nitelik kazanmıştır. Modernleşme ve küreselleşme ve yeni iletişim araçlarının din, kültür, gelenek ve medeniyet gibi kavramları zayıflatan bir etkiye sahip olduğu konusunda genel bir mutabakattan söz edebiliriz. Zira modern ve küresel durumlar, eskinin katı ve keskin sınırlarını aşındırdığı gibi, geleneksel otorite yapılarını da zayıflatmaktadır. Rölativizm ve çoğul hakikat iddiaları, dinlerin ve geleneksel medeniyetlerin tek tanrı inancına, hakikatin ve ahlâkın merkezîliğine ve varlık hiyerarşisine dayalı inanç sistemlerine meydan okumaktadır. Varlığın ve hayatın anlamını inşa etme iddiasında bulunan bireycilik, hazcılık sekülerizm, agnostisizm, materyalizm, spiritizm, ulusçuluk, liberalizm ve sosyalizm gibi akımlar, modernite öncesi toplumların metafizik bir atıf çerçevesinde temellendirdiği varlık tasavvurunu ve yaşam felsefesini reddetmektedir. Modernitenin ve küreselleşmenin tetiklediği yeni sosyo-kültürel ve siyasî dinamikler, medeniyet gibi büyük kavramları yetersiz, yersiz yahut işlevsiz hâle getirmektedir.

Fakat küreselleşme paradoksal bir şekilde medeniyet idrakini güçlendiren bir etkiye de sâhip. Küreselleşmenin nesnesi ve alıcısı durumunda olan toplumlar, küreselleşme dalgası karşısında muhkem bir direniş hattı ve emin bir liman oluşturmak için, kendi tarihlerine ve hafızalarına başvurma ihtiyacı hissediyorlar. Zira küreselleşme, sahih ve derinliği olan kimlikler inşasından ziyade, Batılı değer, meta ve sembollerin tedavüle girmesi ve Batı-dışı toplumlara taşınması sürecini ifade ediyor. Çoğulcu ve eşitlikçi söylemlere rağmen küreselleşmenin özündeki Batı-merkezci eğilimler, Batılı olmayan toplumların yeni savunma mekanizmaları geliştirmelerini zorunlu kılmaktadır. İslam dünyası, Çin ve Hindistan gibi kadim medeniyet havzalarının Batıcı modernleşme karşısında kendilerine özgü bir kimlik inşa etme çabası, onların medeniyet tasavvurundan bağımsız ele alınamaz.

Medeniyet düşüncesi, iki temel jeo-politik yaklaşıma da meydan okur. Askerî gücü esas alan ve ulus-devlet modeline dayanan realist ekol ile seküler-liberal değerlerin evrensel olduğunu savunan liberalist ekole karşı, tarih, kimlik, gelenek, hafıza ve aidiyet gibi unsurların bireylerin ve toplumların tercihlerinde belirleyici bir rol oynadığı inkâr edilemez. (dipnot: Peter J.Katzenstein, “A World of Plural and Pluralist Civilizations: Multiple Actors, Traditions, and Practices”, ed. Peter J.Katzenstein, Civilizations in World Politics: Plural and Pluralist Perspectives (London:Routledge, 2010), s. 2.) Ulus-devletçi realist modelin sınırlarını zorlayan jeo-kültürel sistemler ve ittifaklar, küresel eğilimlerin şekillenmesinde kilit bir rol oynar. Seküler-liberal değerler sisteminin insanlığın büyük yürüyüşünün nihaî menzili olduğunu ileri süren “Tarihin Sonu” tezi, medeniyet sel aidiyet ve kimlikleri izah etmede yetersiz kalır. Bu durumun temel sebeplerinden biri, bizim küreselleşme, evrenselci liberalizm, ulus-devletçi realizm ve medeniyetsel bilinç süreçlerini eş zamanlı olarak yaşıyor olmamızdır. (…) Soğuk Savaş döneminin ardından gündeme gelen yeni küresel düzen arayışlarını da bu çerçevede ele almak gerekir. S.Huntington’ın ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” tezi, bu düzen arayışına verilmiş Batılı bir cevaptır. Her ne kadar Huntington ulus-devlet ve küreselleşme süreçlerine rağmen “bir medeniyete ait olma duygusu”nün ortadan kalkmadığını vurgulasa da tezinin siyasi çatışma yönü öne çıkmış ve 90’lı yıllardaki tartışmalara damgasını vurmuştur. İki kutuplu dünyanın sona ermesiyle ortaya çıkan güç boşluğunu hem kavramsal hem de siyasî ve askerî olarak doldurmak isteyen çevreler, medeniyetler çatışmasını elverişli bir araç olarak görüp yeni hegemonik ilişki modellerini hayata geçirmeğe çalıştılar. Çatışma duygusu, siyasî ve askerî alandan dinî inanç, kültür, toplum, sanat ve diğer alanlara hızlı bir şekilde teşmil edildi (kapsamlı kılındı). 2005 yılında T.C. Başbakanı R.T. Erdoğan ve İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero tarafından başlatılan B.M. Medeniyetler İttifakı Girişimi, bu çatışma paradigmasına karşı bir seçenek olarak geliştirildi ve çatışma psikolojisinin derinleşmesini önlemede kritik bir işlev gördü. Yüzden fazla ülkenin desteklediği Girişim, medeniyetler arasındaki tek ilişki biçiminin çatışma olmadığına dikkat çekerek farklılıkları yok saymadan bir arada yaşamanın mümkün olduğu tezini savundu. Medeniyetler İttifakı Girişimi, medeniyet kavramının yeniden sahiplenilmesi ve hegemonik kullanımlarından kurtarılması noktasında da önemli bir rol oynadı. (dipnot: Türkiye ve İspanya’nın öncülüğünde başlatılan Medeniyetler İttifakı Girişimi konusunda derli-toplu bir değerlendirme için bkz. Mehmet Aydın, Siyasetin aynasında Kültür ve Medeniyet (İstanbul: Kapı Yayınları, 2016), s.485-520)

Buna rağmen kültürel sınırların aşıldığı, kimliklerin aşındığı ve “her şeyin buhar olup uçtuğu” bir devirde medeniyet, açıklayıcı bir çerçeve sunma imkânını hızla yitirmektedir. Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramını post-modern toplumlara uyarlayan Umberto Eco, “büyük anlatıların” reddedilmesiyle atbaşı giden nihilist eğilimlere dikkat çeker. Her şeyin anlamını yitirdiği bir dünyada tüketim iştahı ve hazzı, insanların hayatına yön verecek tek şey haline gelmektedir. (dipnot: Bkz.Umberto Eco, Chronicles of a Liquid Society (London:Harvill Secker, 2017), s.1-3.)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked