Bir bilimcinin sanki entelektüel tarihte bir ilkmiş gibi din ve Allah hakkındaki şımarık, iddiacı ve inkârcı tavrı

 

Hayrettin Karaman’ın “Bilim ve Din” başlıklı yazısını (Yeni Şafak, 09.12.2018) okurken, onun isim vermeden dine bakışı üzerinde durduğu ve bu konuda kendince kesin sonuçlara varmış gibi iddialı bir tavırda görünmesinin kendisine çocukça geldiğini belirttiği kişinin kim olduğunu hemen anladım. Yalnız Hayrettin hocanın “çocukça” nitelemesine katılmıyorum. Çocuklara haksızlık olur böylesi bir benzetme. Çocuklar sâftırlar. Hocanın hakkında yazdığı kişi sâf olabilir mi? O da elbette çocukken ve belki belli bir dönemine kadar sâftı, ama sonradan cüz’î aklının rehberliğinde bu duruma kadar gelmiş olmalı.

Hayrettin hocanın söz konusu yazısında bahsettiği kişi ile meslekdaşız. O kişi kendi alanında bir akademisyen olarak çalışan ünlü birisi. Onun ünü (hâlen o kurumlarda üyeliği devam ediyor mu, bilmiyorum; yıllardır kendisine dönük bir ilgim yok) Avrupa ve ABD Bilimler Akademileri üyeliğinden ileri geliyordu. Değişik ülkelerde ilgi alanında çalışmaları, yayınları, raporları değerlendirerek teorik açıklamalar, modellemeler yapma yeteneğinden dolayı ilgi görürdü, yayınlar yapardı.

Din ve dinle ilgili kültür, dil, tarih, felsefe gibi alanlarda da yazan, konuşan ve tavrını açıkça ortaya koyan birisi idi, hâlen öyle olduğu ama son yıllarda esas olarak ‘din’ ile meselesi olduğu, bu konuya odaklandığı anlaşılıyor. Aslâ katılmadığım bazı görüşleri ve tesbitlerine rastlayıncaya kadar kendisinin sempozyumlarda, konferanslarında tebliğlerini, konuşmalarını dinlerdim; kitaplarından, makalelerinden istifade etmeye çalışırdım. O arada Cumhuriyet gazetesinin Bilim Teknik (sonradan Bilim Teknoloji oldu) ekinde her hafta bir yazısı çıkardı, o yazıları birkaç yıl izledim. Ne ki, o gazetenin eki olan sözünü ettiğim derginin bir sayısında bir yazısı benim kendisine ve yazılarına olan ilgimi sona erdirdi. O yazıda şu manâda bir söz etmişti: “Eğer Osmanlı İmparatorluğu diye bir devlet tarihte gelip geçmiş olmasaydı insanlık bir şey kaybetmezdi.” Dediğim gibi, meâlen böyle bir tesbit yaptı ya o yazısında (bu tam anlamıyla bana göre saçma ve inandırıcılığı hiç olmayan bir hükümdü) gözümde hiçbir değeri kalmadı. Sonraki yıllarda önceki gibi sıkı tâkip etmedim yazdıklarını, konuşmalarını. Ancak seyrekçe rastladığımda kendisiyle yapılmış röportajlarda, katıldığı televizyon programlarında söyledikleri hep aynı bakışta, yaklaşımda olduğunu gösteriyor. Hâlinde bir değişme yok.

Bir röportajda, bir genel seçimin sonuçları belli olunca, Batı Akdeniz ve Ege kıyılarına komşu bazı vilayetlerdeki seçim sonuçlarından memnûniyetini, bu sonuçların oraların Eski Yunan toprakları oluşunu yansıttığı anlamında bir değerlendirme yapmıştı.

Bu gün de yazıya başlarken belirttiğim gibi, Hayrettin Karaman hoca, bir yazı kaleme almasına sebep olacak kadar etkilenmiş olmalı onun o son derece iddialı; ciddiyet, derinlik ve ağırbaşlılık yansıtmaktan uzak tavrından. Söz konusu yazıyı okuduktan sonra şöyle bir google’dan bakayım dedim, neler diyor, yine eskiden tanık olduğum hâlleri devam ediyor mu diye. Evet, aynı hattâ daha da ateşli, iddiacı ve inkârcı tavrını şımarık bir tavırla sürdürüyor. Sanki kendisi olmasa bu din çok etkin olacak toplumda, bunun için mücadele etmesi gerekiğini düşünüyor gibi, kendini bu yolda adamışcasına tavırlarda. Bilmeden konuşmadığını iddia edercesine ilahiyat kitaplarının da kütüphanesinde önemli bir yekûn tuttuğunu söylüyor; bunları okumadan, bilgisi olmadan konuşmadığını ileri sürüyor. Hayrettin Karaman hocanın da îmâ ettiği gibi, sanki insanlar din konusunda aldanış (yanılsama) içindeler de, bunun farkında olan nâdir insanlardan biri, belki de bu konuda son derecede istisnâî bir âlim gibi görüyor kendisini; ulaşmış olduğunu sandığı kesin bilgiyi (!) insanlara bildirme, onları uyandırma (!) kaygısı içinde. “Hayır sizin bildiğiniz gibi değil, kandırılıyorsunuz, ben biliyorum, bana inanın; bilime gelin, dini bırakın, yok öyle bir gerçek!” der gibi bir durumda gözüküyor. Kendi çalıştığı bilim dalında da iddia ettiği, hipotez gibi bir hâle getirdiği, söz gelimi “bu dağların evrimi böyledir, benim dediğim gibidir” demesinin de inandırıcılığını olumsuz etkilediğini düşünüyor insan, din hakkında bu söylediklerini, “Osmanlı İmparatorluğu diye bir devlet tarihte yer almamış olsaydı insanlığın bir kaybı olmazdı” demiş olmasını göz önüne alınca.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked