Fusûsu’l- Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’den alıntılar
“Din” lügat itibariyle “inkıyâd”, “cezâ” ve “âdet” anlamlarına gelir. Bu anlamların üçü de “şer’ “a taşınabilir. İnkıyâdın anlamı şudur ki, kul nebînin Hak tarafından getirdiği şerîata ya uyar (inkıyâd eder), ya muhâlefet eder. Eğer inkıyâd ederse, Hak Teâlâ da ona uygun karşılık ile münkâd olur (uyar).
Şu halde kulun sâbit hakikatinin bu anılan ilk ve sonraki hâli kendi üzerine döndüğü için dîn “âdet”tir. Gerçi “âdet” denildiğinde, akla gelen şey, bir emrin hakikati ile kendi hâline dönüşü anlamına ise de, böyle “âdet” hakikatte vâki değildir. Zîrâ “âdet” tekrardır. Ve tecellîde ise tekrâr yoktur. Belki mükerrer sanılan şeyler yekdiğerinin mislidirler. Meselâ kul, emre uyarak sabah namazını kıldı. Hak da onun tabiatına uygun karşılık ile inkıyâd eyledi. Ertesi gün yine sabah namazını kıldı, yine karşılığa nâil oldu. Namaz kulun eylemi olup, sâbit hakikati hasebiyle Hakk’ın kendisine bir tecellîsinden ibârettir; ve kulun hâlidir. Karşılık da Hakk’ın bir tecellîsi olup o da kulun sâbit hakikati hasebiyle vâki olur. Bu da kulun sonraki hâlidir. Şu hâlde namazların ve karşılıkların sûretleri mükerrer görünür. Bu itibarla dîn “âdet”tır. Velâkin bu sûretler yekdiğerinin aynı olmayıp benzeridir. Bu itibar ile de “âdet” değildir. Ve yine namaz kılmak kulun hâllerinden bir hâl olduğu gibi, onun sâbit hakîkatinin hallerine göre vâki olan karşılık verme de, o hâli izleyen ikinci hâldir. Ve ilk hâli izleyen ikinci hâl ise elbette cezâ (karşılık verme) değildir. Dolayısıyla “din” bir yönden “cezâ ve âdet” ve bir yönden de “cezâ ve âdet” değildir.“
No Comments