Muhyiddin İbnu’l Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III’den alıntılar
Tercüme ve Şerh’i AHMED AVNİ KONUK ‘a ait olan, Prof. Dr. MUSTAFA TAHRALI ve merhûm Dr. SELÇUK ERAYDIN’ın Yayına hazırlamış oldukları bu eserin III. Cildinden (6. Baskı, 2017) yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Pek çok olan vücûd (varlık) mertebeleri yedili taksîme göre şu şekildedir: 1. Lâ-taayyün ve mutlak vücûd (varlık): Varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı ile olan varlıktır. Diğer varlıklar bu “varlık”dan olup varlıkları bu “varlık” ile kâim olur. Bu varlığa “mutlak varlık” denilmesi, bu mertebede hiçbir isim, sıfat ve fiil ile mukayyed (kayıdlı) olmamasındandır. Taayyün (belirme) kayıdlarından uzak ve mutlak olduğu için taayyünsüzlük” (lâ-taayyün / belirmesizlik) mertebesi olarak adlandırılır. “Allah vardır, O’nunla beraber hiç bir şey yoktur” hadîsi bu mertebeyi ifade eder. Bu “vücûd” kavramını akıl, fehm, duyular ve kıyas yolu ile anlamak mümkün değildir. Hâdis (sonradan olan) varlıkların bu mertebeye aslâ şuûru yoktur. Kulun fikren bu varlığı idrâk etmesi muhâldir (imkânsızdır). Bu mertebede varlık tecellîden münezzehdir (uzaktır). Zîrâ tecellî “meşiyyet” (dileme) ile olur. O da bir sıfat olduğu için “sırf varlık” bu sıfattan da münezzehdir.
Bir hudûd (sınır) ve cihet (yön) kabul etmez. “Vücûd”un birliği sayıdan olan bir birlik değildir. Bir “muhît-i nâmütenâhî”, yani ‘sonsuz kuşatıcı’dır. Kendisinin bir mebdei (başlangıcı) yoktur; aksine bütün varlıkların başlangıcı ve kökeni O’dur. Bu mertebeye birçok isim verilmiştir. Bazıları şunlardır: sırf Vücûd, baht vücûd, mutlak zât, hakikî varlık,hakîkatlerin hakîkati v.s.
a- Adem (Yokluk): Her şeyi kuşatmış olan sonsuz Vücûd’a (varlığa) mukâbil olan bir “adem” (yokluk) yoktur. Zîrâ “adem”in tahakkuk edebileceği bir sâha yoktur. Bu sonsuz Vücûd’un dışında hiç bir şey, yokluk bile olamaz. Onun için “vücûd” hak ve “adem” bâtıldır. Bu anlamda olmak üzere “mutlak adem” ve “hakîkî adem” mevcut değildir denilir.
Fakat şehâdet âlemindeki varlıklara nisbetle “izâfî adem”, “itibarî adem” ve “mukayyed adem” denilen bir “adem” mevcuttur. Çekirdeğe nisbetle ağacın durumu bir adem, bir yokluk’tur. Bu demek olur ki, ağaç çekirdek içinde “bilkuvve” (potansiyel olarak) mevcut, fakat bilfiil (fiilen) madumdur (yoktur). Ağacın bilfiil olmadığı mertebe ve hâle “adem” denilmiş oluyor ki, bu yokluk gerçekte mutlak bir yokluk değil “izâfî adem”dir; çünkü ağaç çekirdekte bilkuvve (potansiyel olarak) mevcuttur. Yani biz, bizim varlığımıza nisbetle yok olma, varlık sahnesine çıkmama ve belirmeme hâline “adem” adını veriyoruz ki, bu nisbet bu yokluğun “izafî adem” olarak adlandırılmasını gerektirir. Mutlak Varlık olan Allah’a göre “mutlak adem”den söz edilemez. Zîrâ şehâdet âleminde henüz varlık kazanmamış bir şey, önceki taayyün ve tenezzül (inme) mertebelerinde mevcuttur. Başka bir ifadeyle, şu cisimler âleminde bir gün zuhûra gelecek olan bir varlık, henüz bu mertebede yokluk halinde ise de, Hakk’ın ilmî mertebesinde mevcuttur.
b- İzâfî Vücûd: Bu kavram “mutlak varlık” denilen Hakk’ın varlığına nisbetle mevcûdâtın varlığı hakkında kullanılmaktadır. Fakat bu, Hakk’ın “vücûd”una mukabil olarak ve o vücûdda çok tikel bir şekilde bile olsa ortak olmak manâsında değil, mutlak varlık olan Hak’tan neş’et ettiği (meydana geldiği) içindir. Şehâdet âleminin varlığına mümkün varlık, mukayyed (kayıdlı) varlık ve vücûd-ı zıllî (gölge varlık) isimleri verilmiştir. Bu izâfî vücûdun “hakîkî ve mutlak vücûd” karşısında müstakil bir varlığı yoktur. Eğer böyle bir varlığı olsa idi, mutlak vücûd ile izâfî vücûdun birbirinden ayrıldığı bir sınır olması gerekirdi. Böyle bir sınır çizilmesi halinde, Hakk’ın sonsuz olması gereken varlığı sınırlı olur, sonsuz olmazdı. Bu izâfî vücûd, “hakîkî vücûd”un isim ve sıfatlarının sayısız mertebelerden geçerek zuhûra gelmiş bir tenezzülüdür (inmesidir). Şehâdet âlemindeki varlıkların kendilerine âit müstakil bir vücûdu olmadığı ve Hakk’ın isim ve sıfatlarının inmelerinden ibâret bulunduğu için, onlar “hayâlî sûretler” ve “izâfî /gölge varlıklar (mevcûdât-ı zılliyye ve izâfiyye)den ibârettir. Bu gölge ve hayalî varlıklar “hakîkî varlık”a delil ve alâmetlerdir.“
No Comments