İbrahim Kalın’ın “Barbar-Modern -Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar” kitabından(İnsan Yayınları, Birinci Baskı, 2018) alıntılar
“Modernitenin ve küreselleşmenin tetiklediği yeni sosyo-kültürel ve siyasî dinamikler, medeniyet gibi büyük kavramları yetersiz, yersiz yahut işlevsiz hâle getirmektedir.” (s. 10)
“Yaratılışın kokusunu duyamayanlar, varlığın sırrına eremezler. Sesin kozmik ahengini yitirdiği, kokunun kozmetik sanayiine indirgendiği bir gürültü ve imaj çağında yaratılışın ritmini hissetmek kolay bir iş değildir.” (s. 15)
“Varlığın, bizim onun hakkındaki düşünce ve tasarruflarımızdan daha fazla bir hakikate sahip olduğu gerçeği, geleneksel metafiziğin temel ilkelerinden biridir. İnsan, kendisini aşan fakat aklını ve özgürlüğünü ortadan kaldırmayan bir gerçekliğin parçası olduğunu kavradığı ve teslim ettiği zaman varlıkla ve kendisiyle barışık hale gelebilir.” (s. 15-16)
“Varlık tasavvurumuzda ve dünya görüşümüzde köklü bir değişime gitmeden cari medeniyet anlayışının sorunlarını aşmamız mümkün değildir. Palyatif (geçici, muvakkat), parçalı ve yüzeysel çözümler sorunu çözmez, sadece erteler.” (s. 16)
“Bugün Batı’nın medeniyet adına söyleyecek sözü tükeniyor. İslam dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor.” (s. 16)
“Sözün, manânın ve kıymetin yerini fayda, işlev (fonksiyon), kâr ve çıkar alıyor. Madde âleminin içinde kısır bir döngüye dönüşen teknolojik ilerleme, insanlığın büyük medeniyet yürüyüşü olarak takdim ediliyor.” (s. 16)
“Modern sanayi düzeni, Kral Midas’ın dilemmasıyla (ikilemiyle) karşı karşıya: Dokunduğu her şeyin altına dönmesini isteyen Kral bile bir noktadan sonra bu isteğinden pişmanlık duymak zorunda kalmıştır. Neden? Altına karşı aşırı bir hırs içinde olan Midas, dokunduğu masa ve sandalyelerin som altına dönüşmesinden basta büyük memnûniyet duyar. Fakat yediği yemeğin, öptüğü çocuğunun altına dönüştüğünü gördüğünde dehşete kapılır ve derhal bu isteğinden vazgeçer. Madde hırsının kendi kendini yok etme noktasına geldiği yer de burasıdır.” (s. 16)
Medeniyetin özünü teşkil eden medenîlik, insanın kendine ve evrene karşı takındığı ahlâkî ve insânî tutumları şekillendiren bir değerler manzumesidir. Medenî olmayan toplumlar, medeniyet kuramazlar. Kurdukları şey medeniyet değil, ancak bir maddî-teknolojik tahakküm aracı olabilir. (…). (s. 16)
“Kendi medeniyet, hayat, tefekkür ve estetik değerlerine sahip olmayan bir İslâm dünyasının ne kendi sorunlarına sahih çözümler üretebilmesi ne de insanlığa bir katkı sunması mümkündür. Sanal ve yapay bir çağın bütün meydan okumalarına göğüs gererek medeniyeti yaşayan bir gerçeklik haline getirmek için zihnî bir berraklığa, tutarlı bir düşünce sistemine, sağlam bir irade ve sağlıklı işleyen mekanizmalara ihtiyacımız var. ” (s. 16)
“Kitabın başlığı, içinde bulunduğumuz durumu tasvir etmeyi amaçlıyor. Bugün barbarlığı, modernliği ve medenîliği aynı anda tecrübe ediyoruz. İstediğini zorla ve rasyonel- ahlâkî olmayan yöntemlerle elde etme çabası olarak barbarlık, farklı biçimlerde yaşamağa devam ediyor. Modernlik, ilerleme, kalkınma, ulusal çıkar, uluslararası düzen, ekonomik fayda, verimlilik vs. adı altında insana ve tabiata karşı yapılan barbarlıklar, uzun bir liste oluşturuyor. Çağdaş, insancıl yahut estetik görünümler altında akıl ve erdemden yoksun politika, tutum ve fikirlerin modern toplumların bilinç-altına nasıl yerleştirildiğine hep birlikte şâhit oluyoruz. Şiddeti estetize eden, şehveti ve hırsı kutsayan ve insanın varoluşunu tüketim çılgınlığına indirgeyen barbarlıkların bize emanet olarak verilen yeryüzünü giderek yaşanmaz hale getirdiği gerçeğini inkâr etmek mümkün değil. Çevre krizi ve küresel ısınma gibi sorunlar, dipte yaşanan zihin ve ruh krizinin tezahürlerinden sadece bazıları. Fakat modern siyasî-ekonomik düzen bu gerçeği bile kabullenmekten kaçıyor. Çoğulculuğu ve farklılığı teorik bir değer olarak kabul eden modern toplumlarda ırkçılığın ve ayrımcılığın derinleşmesi ve normalleşmesi de görmek istemediğimiz gerçekler arasında yer alıyor. Netice itibariyle modernlik ve ilerleme adına barbarlığın yeni şekiller aldığı bir çağda yaşıyoruz.” (s. 17)
Modern olma hali, çağdaş toplumların katıldığı, katlandığı veya maruz kaldığı bir durumu ifade ediyor. Geleneğin yerine seküler-ilerlemeci bir varlık tasavvurunun inşa edilmesi anlamında modernlik, son birkaç yüzyılın temel anlatılarından birini oluşturuyor. Modernliği bilimsel gelişme ve ekonomik kalkınma olarak tanımlayanlar, bu sürecin insanlığa büyük faydalar getirdiğini ileri sürebilir. Öte yandan modernitenin yol açtığı siyasî, dinî, ekonomik ve çevresel sorunların dünyayı bir bütün olarak felâkete sürüklediğini söyleyenler de çıkabilir. Fakat kesin olan bir şey varsa o da barbarlığın ve modernliğin eş zamanlı yaşanan süreçler olduğudur. Aydınlanma sonrası dünya tarihi, barbarlık sıfatını hak eden hazin örneklerle dolu. Dahası, modern barbarlıkları meşrulaştırmak yahut örtbas etmek adına işlenen zihnî ve ahlâkî cinâyetler, modernliğin hiç de masum olmadığını ima ediyor. (…)” (s. 17)
“Üçüncü hâlimiz, medenî olmak. Bu kavram ile ne kastettiğimizi ileriki sayfalarda detaylı bir şekilde anlatmaya çalışacağız. Burada yalın bir şekilde söylemek gerekirse medenîlik, bir şeyi aklî ve ahlâkî kurallar çerçevesinde yapmayı ifade eder. Bir dünya görüşü ve varlık tasavvuruna dayanan medenî olma hâli, en sade topluluk yapılarından en karmaşık toplumsal ilişkilere kadar her alanda tavır ve tutumlarımızı belirler. Medenî olmak için ekonomik ve teknolojik olarak en güçlü, en büyük, en etkili vs. olmak zorunda değilsiniz. Elinizdeki imkân ve kâbiliyetleri ne için ve nasıl kullandığınız, sizin barbar mı yoksa medenî mi olduğunuzu tespit için yeterlidir. Bu anlamda modern sanayi toplumları barbar olabileceği gibi, maddî refah seviyesi düşük olan toplulukerinlar medenî olabilir. Medenîlik ile maddî güç arasında doğrusal bir ilişki yoktur. Barbar, modern ve medenî hallerin aynı anda nasıl yaşandığına dair örneklerikitabın ilerleyen bölümlerinde ele alacağız.” (s. 18)
“Bu çalışmada medeniyet kavramını tarihî ve kavramsal olmak üzere iki ana düzlemde tahlil edeceğiz. Öncelikle kelimenin tarihî, siyasî ve toplumsal anlamları üzerinde duracak ve farklı kullanım alanlarına işaret edeceğiz. (…) Bu tarihî tahlil, medeniyet kavramının hem farklı toplumlarda nasıl kullanıldığını hem de modernliğin doğuşuyla beraber nasıl evrildiğini ve farklı işlevler üstlendiğini gösterecektir.” (s. 18)
“Bir tutum olarak medenîlikten, bir durum olarak medeniyete geçişte kaybettiğimiz değerler nelerdir? (…)” (s. 31)
“Avrupa sömürgecilik hareketlerinin, Aydınlanma ve bilim devriminin ardından yükselişe geçmesi ve modern barbarlığın en hunharca örneklerini ortaya koyması, medeniyet iddialarının kırılgan yapısı hakkında bizi teyakkuza sevk etmektedir. Kendine demokrat, başkalarına barbar bir tutum sergileyen 19. yüzyıl Avrupa devletleri, maddî medeniyet imkânlarından yoksun ama belki de dünyanın en medenî-insanî topluluklarını köleleştirirken, bunu ahlâken ve vicdânen meşrulaştırmak için de medenileştirme kavramına başvuruyordu.” (…)
“Buna mukabil, medeniyet kavramına karşı çıkanların olduğunu da ifade etmeliyiz. Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma adlı eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı edebiyatçı J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir. Freud’un Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları isimli kitabı, medeniyetin insanın derin duygularını ve güdülerini maskelemek için icat edilmiş bir soyutlama olduğunu savunan ve bu yüzden medeniyet karşıtı literatüre dâhil edilebilecek eserlerin başında gelmektedir. (…)”
No Comments