Alıntılar: Fusûsu’l Hikem’den ve güncel üç yazıdan
“ Cenâb-ı Şeyh (r.a.), Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’in âlem-i hissi âlem-i hayâle ilhâk edip suver-i hissiyyeyi te’vîl buyurduklarını diğer bir delîl ile te’yîd ederek derler ki: Fahr-i âlem Efendimiz’e “süt” takdîm olunduğu vakit “Allâhümme bârik lenâ fîhi ve zidnâ minhü” derler idi. Çünkü sütün sûretini “ilim” ile te’vîl ettikleri için, izdiyâdını taleb eylerler idi. Zîra izdiyâd-ı ilim talebine me’mûr olmuş idi. Fakat sütten başka bir şey takdim olundukta ondan hayırlısını talep ederlerdi. Ve ondan hayırlısı, ma’nâ-yı ilme dâll olan “süt” idi.“ (Muhyiddin İbnu’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi- III , Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı– Dr. Selçuk Eraydın, MÜİFV (İFAV), 6. Baskı, İstanbul-2017, s. 254)
(Cenâb-ı Şeyh: M. İbn Arabî; âlem-i his: duygu âlemi; âlem-i hayâl: hayâl âlemi; ilhâk etmek: katmak; suver-i hissiyye: hissî sûretler; te’vîl: yorumlama; te’yîd etme: doğrulama; Fahr-i âlem: âlemin onuru; izdiyâd: artma; me’mûr: kendisine emr olunan; dâll: işâret)
“(…) Biz Türkler başımıza hikmetinden sual etmediğimiz neler geldi de paslandık? Başımıza bizi İnebahtı hezimetine uğratacak kimler, hangi bahanelerle geçti? Sineye çekmedik; ama yaradılışın noksanını gidermeğe çalışma ahmaklığına düşmeği dinden çıkma bildiğimiz için hilkatte kusur yok diyor ve hiçbir serzenişte bulunmuyoruz. Olanda hayır vardır deyişimiz her vukuatta istifademize açık bir alan doğduğunu görmemiz yüzündendir. (…) Yunus Emre’den itibaren yazdı isek yazmağı yaratmanın değil, yaratılmanın bir cüzü bilişimizdendir. Yazma fiili kendine mahsus bir sebeple, esbab-ı mucibesiyle, giderek eşkâliyle beraber yaratılmıştır. Bir şey yazıldı dediğimizde hayrın işaretini gördük demiş oluruz. Yazmanın niçinini öğrenmemiz yazmanın neliğini öğrenmemizi kolaylaştıracaktır; ama yazmanın ne olduğunun, her türlü yazma faaliyetinin özünde ne olduğunun izahına geçmeden onun temelinde bulunan, onu kuvveden fiile çıkaran güdüye bakmak mecburiyeti bizi bekliyor. Mecburuz. İcbar edildiğimiz husus başka bir daireyle kesişmeksizin İslâm dairesinde kalışımıza taalluk ediyor. (…)” (İsmet Özel, İstiklâl Marşı Derneği internet sitesi, “Önce Namazdan Soracaklar” üst-başlığı altında çıkan yazılardan “Yazmak Nedir? Veya Bir Sevgili Ne İşe Yarar? (1) başlıklı, 15 Şubat 2019 tarihli yazısından)
“(…) Kendine doğru gelmesi gereken bir insandan, kendinden kurtulmak için kaçmaya çalışan, kendi gerçekliğine ısrarla gözlerini kapatan bir insana geldik. Ne kendimiz olabiliyoruz artık ne bir başkası… Bir tür arafta, bir tür konumsuzluk ve dolayısıyla kişiliksizlik yaşıyoruz. (…) Bütün duyguların herkese uyan kabaca görünümleri var. Sanki yüzlerinde emojilerle dolaşıyor insanlar. Aynı gülüşler, aynı endişeli haller, aynı hüzünlü tek tip bakışlar… Ve bütün bu görünüşleri yine aynı kopyalanmış ifadelerle kalıplarla döken sözler… Her insanı kendine özgü kılan ayrıntılar hızla silinip kayboluyor. Hepimizi bir duygusal vasatta, ortalama ifadelerde toplayıp birbirimize denkleştiriyor yaşadığımız dünya. (…) Beşerliğin harcı değil aşk, beşerlikten insanlığa yükselmeyi gerektiriyor. Çünkü insanın kendinde mahpusluğundan kurtulup dışına çıkabilmesi, kalbini aleme açabilmesi gerekiyor. Oysa kendi beşerliğimizin kemendine yakalanmış durumdayız bugün hepimiz. Kendimiz için istemek, arzulamakla meşgulüz. (…)” (Gökhan Özcan, “Ne mümkün?” başlıklı yazısından, Yeni Şafak, 18 Şubat 2019)
“Son günlerin kalbimi acıtan tartışmalarından biri, ülkeyi kaç “eğitimli insan”ın terk etmekte olduğuna dairdir. Önce bazı gazeteler Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden hareketle, 2017 yılında 253 bin kişinin ülkeyi terk ettiğini yazdılar. Bu rakam bir önceki yıla göre yüzde 40’ın üzerinde bir artışa işaretti. İktidara yakın odaklar ise söz konusu rakamların yanlış olduğunu, verilerin çarpıtıldığını veya yanlış yorumlandığını dile getirdiler. Öyledir inşallah! Her halükârda ülkede, birbirine empatiyle yaklaşmakta zorlanan iki insan kümesinin gün geçtikçe kemikleştiği aşikârdır: 1. Bu ülkede yaşayan ama ruhuyla bugünde yaşamayanlar. 2. Bugünde yaşayan ama ruhuyla bu ülkede yaşamayanlar! (…)” (Mustafa Özel, Derin Tarih (aylık dergi), Şubat 2019 sayısı, “Emperyalizmin Merkezine Kültürel Kaçış” başlıklı yazısından)
No Comments