A’yân-ı Sâbite (Sâbit Hakîkatler) hakkında bilgi

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin FUSÛSU’L-HİKEM TERCÜME VE ŞERHİ III’ den (Tercüme ve Şerh: AHMED AVNİ KONUK, Hazırlayanlar: Prof. Dr. MUSTAFA TAHRALI- (Merhum Dr. SELÇUK ERAYDIN) İFAV 6. Baskı Nisan 2017-İSTANBUL , s. 25-29)

“Mutlak Vücûd’un (Varlığın) yedi mertebesinden üçüncüsünde sözü edilen a’yân-ı sâbite , hazârât-ı hams, yani beş mertebe üzerinden ele alındığında ikinci mertebeye tekâbül etmektedir. Hazarâtü’l-hams terimini ilk kez kullanan mutasavvıfın İbnü’l-Arabî olduğunu söyleyen Dr. Suâd Hakîm, onun Eflâtûn, Aristo ve İbn Sînâ gibi filozofların ve Mu’tezile gibi kelâmcıların kavram ve terimlerinden istifâde ettiğini, fakat bu terime yüklediği çok geniş ma’nâ ile onun bu terimi adetâ şahsî damgasıyla damgalamış olduğunu ifade eder. (dipnot: Suâd Hakîm; a.g.e., s.831)

A’yân-ı sâbite tâbiri ayn-ı sâbitenin çokluk şeklidir. Buradaki ayn kelimesiyle İbnü’l-Arabî, zât ve mâhiyet anlamlarını, sâbit kelimesiyle ise, insan veya üçgenin mâhiyetinin zihindeki varlığı gibi aklî ve zihnî bir varlığı kasdetmektedir. Bu aklî ve zihnî varlık, zihnin dışında, zaman ve mekân içinde tahakkuk anlamına gelen vücûd (var olma/varlık) kelimesinin mukabili olarak kullanılmıştır. Meselâ haricî âlemde mevcut olan insan fertleri ve üçgenler gibi. Şu halde İbnü’l-Arabî a’yân-ı sâbiteden bahsettiği zaman, bu terimle, mevcûdâtın şahıslarının içinde bulunduğu duyularla idrâk edilen ma’kul bir âlemin varlığını ifade etmektedir. İşte bu ma’kul âlemde şeylerin hakikatleri veya ma’kulyâni akılla idrâk edilebilen aynları vardır. İbnü’l-Arabî hâriçte varlıkları olmayan, hâricî varlık sıfatı kendilerinden selb edilmiş (olumsuzlanmış) olan, sadece akılda vücûdları olan bu sâbit hakîkatleri yok olanlar ve yokluğa mensup şeyler olarak vasfetmektedir (a.g.e., s.831) Şunu da belirtmek gerekir ki, varlık ve sübûtî (olumlu) adem (yokluk) ayna verilen iki nisbet / izâfetten ibârettir. Bunlar mevcûda dair iki sıfat değildir. Sübût varlıkla ilgili ve aklî bir husustur, aynî değildir (a.g.e., s. 832) İbnü’l-Arabî şöyle demektedir: Bir şeyin aynı sâbit kılındığı veya olumsuzlandığı vakit onun hem yokluk hem de varlık ile birlikte nitelenmesi câiz olur. Bu şunun gibidir: Aynında var olan bir insan, çarşıda var iken, evde yoktur. Eğer yokluk ve varlık, siyah ve beyaz gibi, mevcut varlığa dönen vasıflardan olsa idi, onun aynı anda hem yokluk ve hem de varlık ile nitelenmesi muhâl olurdu. Bir şahsın hem yokluk ve hem de varlık ile aynı zamanda birlikte vasıflanması mümkündür. İşte bu izâfî varlık veaynın sübûtiyle birlikte yokluk denilen durumdur. Şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Kendi aynında yok olan bir şey her hangi bir âlemde veyâ her hangi bir nisbetle nasıl olur da varlık ile vasıflanmış olabilir? Veya kendi aynında mevcut ve fakat her hangi bir nisbetle nasıl ma’dûm (yok) olabilir? Bu soruya şöyle cevap verilir:

Varlıkta her şey için dört mertebe vardır. 1. Şeyin kendi aynında varlığı. 2. İlimde varlığı. 3. Lafızda varlığı. 4.Rakamlarda varlığı (İbnü’l-Arabî’nin İnşâü’d-Devâir, s.7-8 adlı eserinden naklen). İbnü’l-Arabî ‘sübût’u ‘aynî’ olmayıp aksine nisbî olan varlıksal ve aklî bir husus olarak tanımlamakta ve hiç bir mevcut sûret yoktur ki, onun aynı sâbit hakîkat ve varlık o ‘ayn’ üzerine elbise geçirilmiş olmasın (dipnot: a.g.e., s.832 / Fütûhât-ı Mekkiyye’den naklen) demektedir. İ. Hakkı Bursevî ise varlık ile sübût arasındaki farkı şöyle açıklar: Varlıkta olan zuhûrun tamlığı sübûtta yoktur. Sâbit hakikatlerin varlığı gölge varlık olup Hakk’ın varlığıyla kâim olmuştur. Yani arazın cevherle ve sıfatın mevsufla (vasıflanmışla) olan kıyâmı gibi değil, gölgenin gölge sâhibi ile kıyâmı gibi olmuştur. Gölge varlıkta çokluğun olması Hakk’ın varlığının vahdetini (tekliğini) bozmaz. Çünkü Hakk’ın varlığı muhtelif aynalarda görünen tek bir sûret gibidir. İşte bu varlık bakımından, şeyler varlık ve yokluktan yaratılmıştır, denilmektedir. Onun için her nesnede iki yön vardır. Biri yokluk’a ve biri de varlıka bakandır. Kendi hakîkatleri bakımından yoklukdan ibaret olan nesneler, Hakk’ın varlığının feyzi sâyesinde varlık kazanırlar. Onun için her şeyin kıyâmı Hak iledir. Eğer Hakk’ın varlığından feyz olmasa veyâ bu varlık bir an kesilse, her şeyin varlığı ‘yokluk’a dönerdi ( İ.Hakkı Bursevî; Rûhu’l-Mesnevî, C.I, 203) “

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked