Hikmet: mü’minin yitiği

 

Felsefî gök kubbemiz (İZ Yayıncılık: 1000, düşünce dizisi: 127, İstanbul, 2017) isimli İlhan Kutluer‘in kitabından bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Böyle bir felsefe-bilim bağlamından söz etmek akademide felsefe, bilim, din ve dolayısıyla hikmet terimleri bir arada tartışıldığında nasıl bir kavramsal çerçeveye oturtulacaktır? Sonuncudan başlarsak, bilindiği gibi hikmet terimi, hem dinî hem de felsefî çağrışımlara sahiptir. Her şeyden önce Allah’ın isimlerinden biri ‘el-Hakîm’dir ve bizzat Allah’ın beyanında Kur’ân-ı Kerîm’in ‘Hakîm’ bir kitap olduğu bildirilmiştir (Yâsîn 36/2). Ayrıca çeşitli âyet ve hadislerde hikmet peygamberlere ve bazı seçkin ruhlara ‘verilmiş’ yüksek bir değer olarak anılmış (Özellikle bk. Bakara 2/269) ve farklı sahalarda uzman din bilginleri hikmeti ‘el- Kitab’ın anlamını doğru kavramak ve uygulamak şeklinde anlamışlardır. Dolayısıyla nebevî sünnet dinî anlamıyla hikmet olmaktadır. Bu genel anlayışın muhtevasında ‘el-Kitâb’ın teklif ettiği ve nebevî sünnette nihâî ifadesini bulan hayat tarzı, naslardan doğru hüküm çıkarmayı mümkün kılan usûl bilgisi, dinin hakikatine uygun bilgi ve davranışı kendisinde bütünleyen bilgelik, yüksek hakikatlerin derin anlamını idrak kapasitesi … vd gibi çeşitlemeler bulunduğu bilinmelidir.

Hikmeti ‘müminin yitiği’ şeklinde tanımlayan dinî anlayışın sonucu olarak bilgelik eseri olan tüm şeyler müslümanlarca sahiplenilmesi gereken yüksek evrensel değerler olarak telakki edilmiştir. Dolayısıyla bir hikmetli söz, fikir veya eylem vahyedilmiş bilginin daha iyi anlaşılmasını mümkün kılıyor, akla yeni bir açılım kazandırıyor ve pratik hayatımız açısından anlam taşıyorsa ifadesini hangi kültür veya medeniyet havzasında bulmuş olursa olsun kaynağına bakılmaksızın sahiplenilmesi öngörülmüştür. (…) Bu anlayışa göre, evrensel hikmetin her türlü ifadesi Müslümanın entelektüel ilgi alanına girecektir. (…)

Hikmetin İslâm felsefî terminolojisine mal olması ise, bilindiği gibi Grekçe philo-sophia (bilgelik sevgisi) teriminde geçen ‘sophia’nın Arapça’da ‘hikmet’ kelimesiyle karşılanması sonucu gerçekleşmiştir. (…) ‘El-hikme’nin “el-felsefe”yle, ‘el-hakîm’in ‘el- feylesûf’ ile ‘el- felsefiyye’nin ‘el-hikemiyye’ ile eş anlamlı olarak kullanılması klasik entelektüel tarihimizde neredeyse hâkim terminolojik tutumdur. Hikmet teriminin dinî değerinin yeniden yorumlanarak evrensel nitelikli bir entelektüel boyut kazanmasıve bizâtihî felsefî araştırmaları ifade etmesi bilginin nasıl bir zaferidir, gerçekten araştırılmağa değer bir husustur. (…) Söz konusu terminolojik dönüşüm sürecinden muzaffer çıkanın bütün yöneltilen tenkitlere ve konulan mesafelere rağmen felsefî nitelikli literatür olması muhtemelen Müslüman filozofların hasımlarını da derinden etkileme başarısını göstermiş, başarılı bir performans sergilemiş olmalarıyla açıklanabilir. (dipnot: Hikmetin dinî ve felsefî anlamı ile ilgili ayrıntılı açıklamalar için bk.İlhan Kutluer, İlim ve Hikmet Aydınlığında, 2.bs. İstanbul:İz Yayıncılık 2012, III. Bölüm.)

Bizim bu çalışmada asıl dikkat çekmek istediğimiz husus ise söz konusu performansın özünde bilimsel zihniyet ve yöntem fikrinin bulunduğudur. İslâm dünyasında müstakil bir disiplin olarak kelâm ilmi ‘el-felsefe’den önce ve felsefî etkinliğe en yakın dinî disiplin olarak teşekkül etmişti. Açıkçası önce ilm-i kelâm vardı. Bu disiplinin Mutezile kelâmcılarının elinde erken dönemde ellerine ulaşan felsefe metinlerinin eşliğinde kayda değer bir birikim istihsal etmiş, sonuç itibariyle entelektüel başarı ve siyasi gücünün zirvesine ulaşmış olmasına rağmen bazı Müslüman entelektüellerin ‘el-felsefe’ adı altında farklı bir yola koyulma gereği duymuş olmaları konumuz bakımından dikkat çekicidir. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked