“Bazen Telef Halefte olabilir”
Fütûhât-ı Mekkiyye 18. Cild, s.164-165de bu başlık altındaki birkaç yerden alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Şöyle demiştir: ‘Kendisine emanet verilip onun hakkında Allah’a karşı sözünü bozanın perdeleri artar. Öyle birinin güçlükleri de artar. Allah ona bir şey vermiş, verdiğini de korumayı emretmiştir. Allah’tan sakınmak bu davranışta tezahür eder. Özellikle yükümlülük yurdunda böyledir. Onu böyle sınırladık; çünkü Allah Hz. Süleyman’a “Bu sana olan vergimizdir, ister ihsan et ve ister tut, hesap yoktur ” demiştir. (dipnot: Sa’d 38/39) Gerçi Allah bu nimeti ona Hz. Süleyman’ın duasıyla ihsan etmişti: “Bana benden sonra kimseye yaraşmayan bir mülk ver.” (dipnot: Sa’d 38/35) Onun istediği bütündür. Bu itibarla ciddiyet sahiplerinin hapsedilmiş oldukları söylenir; bunun nedeni asıllarının dışına -ki asılları fakirliktir- çıkmış olmalarıdır. Allah ise kendilerini zillet ve yoksulluktan başka bir şeyle övmemiştir. (…) Onlar asılla, yani fakirlikleriyle kalmamışlar, mallarına zekâtı emrettiğinde şöyle demişlerdir: “Bu zekât cizyenin kardeşidir. Allah bize ihsanından verseydi, sadaka verir, iyi kişilerden olurduk.” Onlar söylediğimiz sözü söylemişler, “Kıyamet gününe kadar kalplerinde nifak bulunmuştur.” (et-Tevbe 9/77) Oysa Hakk’ın onlara verdiği halde sabit olup fazlayı talep etmeselerdi, onların üzerinde her şeye yaratılışlarını verirken onlara da verdiği yaratılışlarını korumaktan başka bir şey vermezdi. Aynı zamanda Allah her şeyin yaratılışını onun adına korur. Muhtaçlıktan sakınmalısın! Zenginler sahip olduklarına muhtaç olduklarından Allah’tan başkasıyla perdelenmişlerdir. Onlar ellerindekinden fazlasını istemiş, tatmin olmamışladı. (…) Şöyle demiştir: “Vakit sahibi vaktine gereği üzere muamele edip hakkını ödediğinde, vakti hakkında cezalandırılmaktan korunur. İçinde bulunduğu vakit ve halde himmetini vaktinin dışında kalan işlere verdiğinde, mevcudu bırakıp madumla meşgul olduğu için, vakti hakkında cezalandırılır. Edep hazır olana karşı olabilir. Öyle ki, gaib olana, ortada bulunmayana edep gösterilirken, hazır olmayışı bakımından edep gösterilmemiştir; böyle bir durumda edep, zikredilen adı karşısında yapılmıştır. Gaib olan biri zikredildiğinde, hiç kuşkusuz, onun yâdı isminin lafzında hazırdır. Demek ki edep ancak hazır olan karşısında yerine getirilebilir. Çünkü zikredilen, kendisini zikredenle beraber oturur. Vaktinin dışında kalan bir şeyle nefsini meşgul etme ki, vaktin cezalandırdığı birisi olma! Vakit bir insanı cezalandırırsa, o ceza Allah’ın verdiği cezadır; bundan sakınmalısın! Bunlardan birisi de şu bahistir:
Kendisinden sonra sıkıntı olmayan rahatlık yok / Onu böyle bilen kişi rahatlar / Allah bize böyle haber verdi / Eziyetin takip ettiği rahatlık dedi Şöyle demiştir: “Nefsin mutlu olacağı bir işle rahatlamak Allah’ın sevmeyeceğl bir rahatlamaktır. Bunu bilmelisin! Allah şöyle der: “Allah çok sevinenleri sevmez.” (el-Kasas, 28/76) Buradan belirli bir sevinme tarzını kastettiğini anladık. O sevinme rahatlığa dönüşür; sonra kişi sevindiği ölçüde hüzne ve üzüntüye duçar olur. Sevinci büyük ise hüznü de büyüktür. Allah kullarına O’nun ihsanı ve rahmetiyle sevinmelerini emretmiştir; yoksa toplanılan malla sevinmek doğru değildir. (…) Allah ihsana da yaratılışını vermiş, onun zuhuru sende ortaya çıkmıştır. Sen de seni ihsan ve rahmetinin mahalli yaptığı için Allah’a hamd etmelisin! Sonra sevinmeyi emrettiği için sevinmeli, sevinçte zorunlu olan Hakkın meyvesini devşirmelisin.”
Bunlardan birisi de şu bahistir : Hak beni hasta eder yüz çevirince Kimdir beni böyle hasta etmiş keşke bilseydim Belki bana gelir bir şekilde Onun gelişi bana rıza verir ” (Fütûhât – ı Mekkiyye 18 Muhyiddin İbn Arabî Çeviri: Ekrem Demirli Litera Yayıncılık
No Comments