Fütûhât-ı Mekkiyye 16. Cild, 539.Bölüm’den alıntılar

 

Menzili ‘Allah‘a kaçınız” (ez-Zâriyat 51/50) Olan Kutub’un Halinin Bilinmesi

Allah’a kaçan herkes isabet etmiş Rahman’dan kaçan hüsrana uğramış

Kendisine yakın kıldığının hayatı düzelmiş O’nunla ve O’nda hayatı hoş olmuş

Sana gösterdiği kimsenin halinin görünce Seraba tecelli ettiğinde

Onun umudunda kanmayı görürsün Saki ise perdenin ardındadır

Oraya geldiğinde susamış bir haldeydi Kâse ve şarap elinde

Onu bol bir su olarak bulmadı Sadece bulmuş ve yitirmiş Ab-ı hayat onun kendisiydi Buna muhalif olan isabet etmedi

Hz. Musa, dilediğini yapan ve Allah’ın kendisine musallat etmesinden korktuğu Firavun’dan kaçarken; Allah ona peygamberlik ve risalet demek olan hüküm vermiş, daha önce korkarak kaçtığı Firavun’a elçi olarak göndermiştir. Kendi canı hakkında bir yaratılmıştan korkarak kaçmak Hz. Mûsa’ya (bu yüce görevi) kazandırmışken kendilerine Allah’a kaçmak emredilen bir Muhammedî olarak neredesin? Allah seni birinci maksatta sonlanma bildiren edatla sınırlamış, başlangıcı ve sonu senin için birbirine bağlamıştır. Allah bize şöyle der: Allah’a kaçınız. (ez-Zariyat 51/50) Musevî olan (Firavun’dan) kaçarken, Muhammedî olan Allah’ın kaçmayı kendisine emretmesiyle (Allah’a) kaçar. Hz. Peygamber’in şeriatı ne kadar mükemmel, mertebesi ne kadar yücedir! Hüküm kesilmiş, peygamberlik bitmiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber “Risalet ve nebilik kesilmiş, benden sonra Nebi yoktur” demiştir. Meşru hüküm ise dünyanın sona ermesiyle birlikte biterken hüküm -vasıtasız olarak- kendisine kaçtığımız Allah’a döner.

Allah’a kaçmanın sonuçlarının değeri takdir edilemez. Bu keşif Muhammedî bir keşif olması itibarıyla sırf peygamber olmaları bakımından peygamberlerin keşiflerinden üstündür. Allah’a kaçan kişi onları kendi mekânlarında sabit tutarken keşfiyle birlikte yükümlülük hitabının üzerine geçebilir ve hakikatin birliğini görüp orada durur. Oradan çokluğun birliğini öğrenir. Bu durumda kendisini çokluğun birliğinde onlarla birlikte görür ve Rabbinden bir delil ve basirete sahip olarak nefsine yükümlüler arasına katılmasını emreder. Duyulur nefisler, orada kendi işlerinden Allah’a kaçanlardan ayrılır. Onları masum ve korunmuş bir halde görür. Onların içinden peygamberler, günahtan korunmuş kimseler iken veliler de muhalefet etme hususunda korunmuş kimselerdir. Bu nedenle peygamberler teşri (hüküm koyma) yetkisine sahipken veliler orada müşahede ettikleri şeye göre edilgen kalırlar. Böylece onlar muhalefet ederken basirete sahiptirler. Onlar bu muhalefete çağırmaz, peygamberlerin yaptığı gibi sadece Allah’a davet ederler. Allah peygamberine söyle demeyi emretmiştir: “Ben ve bana uyanlar basiret üzere Allah’a davet ederiz.” (Yusuf 12/108) Hz. Peygamber burada kendisini yalnız zikretmemiş, kendisiyle birlikte tâbilerini zikretmiştir. Onlar, kademinde (ayak izinde) bulunmadıkları sürece, tabileri olamazlar. Kademinde bulunduklarında ise onun müşahede ettiğini müşahede eder, gördüğünü görürler. Siz de Allah’ı bilen ve Allah’a davet edenlerin sözlerini alın, onların hallerine ve fiillerine bakmayınız. (…) Salih bir insan salihlerle oturanlar hakkında “Onlarla oturup da hakka’l-yakîn olarak öğrendikleri hususlarda kendileriyle ters düşenin kalbinden Allah iman nurunu çekip alır” demişti. Onlarla oturanın onlar gibi davranma hakkı yoktur. Onlarla oturanların görevi, kendilerinde tecelli eden hakikat ilimlerine dair salih insanlarla tartışmamaktır. Onların halleri hakikate göre yürür. Bu nedenle söz konusu kişi (salih insanlara itiraz eden hakkında) “Allah iman nurunu onun kalbinden çekip alır” demiştir. Kalbinden iman nuru alınan insan ise Hakka bu derece yakın olanların O’na dair bilgilerini ve haberlerini tasdik edemezler. “Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.”


No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked