“Bekir Topaloğlu hoca için rahmet kayıtları”
İsmail Kara‘nın Derin Tarih dergisinin bu ayki sayısında (Nisan 2016/sayı 49) çıkan yazısının başlığı böyle. Bu yazının birkaç yerinden alıntılar sunacağım.
Onun sessiz sedasız göçmesiyle İmam Hatip Okulları neslinin ilk sağlam sacayağı kırıldı demek mübalağalı olmayacak sanırım. Bekir Topaloğlu, Hayrettin Karaman ve Tayyar Altıkulaç üçlüsünün etrafında, onları 12’ye tamamlayan yakın bir müttefikler (rivayetlere göre yeminliler) halkası vardı, onların etrafında da muhlis ve muhiplerden oluşan birkaç hâle daha. Dış ve yan halkalarda ise daha büyük bir kalabalık… Bir İmam Hatip camiasının yakın-uzak halkaları ve bunun hissiyatı. Onların severek kullandıkları ifade ile bir “Nesil”, hatta “Altın Nesil”. (…)
Ama üçlünün statüsü ve itibarı hep ayrı oldu, farklı kaldı. (…) Aslında biraz da memleketlerinden kaynaklanan farklı mizaçlara, farklı önceliklere, farklı özelliklere sahiptiler (biri Oflu, biri Erzurumlu / Çorumlu, biri Kastamonulu), ihtisas alanı olarak da vazife taksimi yaparcasına farklı ilimleri seçmişlerdi. Bu farklılıklarını müsbet istikamette kullandılar ve birbirlerini tamamladılar. (…) İlerledikçe yoruldular, yükseldikçe daha fazla hedef oldular. Resmî ve gayrıresmî destekçileri olduğu kadar aynı çevrelerden muhalifleri ve düşmanları da oldu. (…)
Dahası İmam Hatip camiası da aynı yıllarda [70’li yıllar -aa-] (çok azalmış olarak bugün de) onlara karşı bölünmüş bir manzara arz ediyordu. Bunun sebeplerinden biri cemaat ve tarikatlara, dinî gruplara mensup olan İmam Hatiplilerin din anlayışlarından, dinî ilimlere ve ulemaya bakışlarından kaynaklanıyordu. (…) Muhtemelen daha etkili ve belirleyici ikinci sebep siyasetten, makam, mevki ve iktidar bölüşümünden geliyordu. (…)
Fakat taşradan gelip merkeze yerleşen, kendileri bir merkez olmaya yönelen bu üçlü ve ilk dar halka zaman zaman aralarında vuku bulan fikrî ve taktik ihtilaflara rağmen birbirlerinden kopmadılar, şahsî yönelişlerin, alt tercihlerin, tâli derecedeki fikir ayrılıklarının, insanî zaafların getirdiği bazı problemlere rağmen bunu çatışma ve uzaklaşma konusu yapmadılar. Oluşan bazı mesafeler ana stratejiye bir ömür boyu sadık kalmaktan onları uzaklaştırmadı.(…)
Şimdi sacayağın bir direği fani ömür yolunun sonunda kırıldı, tahta kılıçlardan biri ilim mücadelesi meydanında, savaş sahrasında düştü. (…) O başarıdan ziyade işe, vazifeye odaklanmıştı; yaşına aldırmadan, gece gündüz demeden çalıştığı büyük bir projeyi son iş olarak nihayetlendirmek peşindeydi; Arapça aslını tahkikli olarak neşrettiği İmam Maturidî’nin Te’viâtu’l-Kur’an adlı o hacimli tefsirinin Türkçe tercümesini de tamamlamak için her şeyi yapıyor, dua dahil her tedbiri alıyordu.
Ama tedbir takdiri bozmaz demişler… Göç fermanı çıktığında “lebbeyk” deyip yola revan olmakta hiç tereddüt etmedi herhalde. Oflu olmasına rağmen üçlü arasında ve yakın halkada “yarımca evliya” sadece ona münasip görülmüştü çünkü.
(…)
Hayrettin Karaman Hoca’nın cenaze namazından sonra yaptığı konuşmada son söz olarak söylediği hüznümüzün ve acılarımızın ifadesi oldu:
“Ateşte yanma bilgisi var, bir de ateşte yanmanın kendisi. Biz şimdi ateşte yanıyoruz…”
Süleyman Çelebi’nin o güzel mısraına sığınarak bitirelim; bitirelim ki ateş yemyeşil bahçeye dönüşsün:
“Olâ kim rahmet kıla ol Pâdişah.”
Yazıdan bu kadarcık alıntı yapmam, yazı hakkında fikir edinilmesi için yeterlidir sanıyorum; görsel öğeler ve onların alt yazıları da ilgiye ve meraka değer olduğundan, bütünüyle yazıyı okumak için derginin bu yeni sayısının edinilmesi gerekiyor. Gazete bayilerinden tükenmeden almalılar merak ve ilgi duyanlar.
No Comments