“Çevremizde neler var? Yıldızlar mı, ay ve güneş mi? Ağaçlar, çiçekler, börtü böcek mi, ılık bir esinti gibi her yanımızı saran ahenk mi? (…)”
Böyle başlıyor Gökhan Özcan‘ın bugünkü Yeni Şafak’ta çıkan “Dünyamızın merkezi nerede?” başlıklı yazısı. Ve devamından sadece şu alıntılar:
“(…) ‘Ah, şu dünya ne kadar büyüktü; İsak’ın tohum ektiği şu minicik tarla ise herşeyin merkezi oluyordu’ diye yazmış Knut Hamsun, ‘Dünya nimeti’ kitabında.
(…) Yeni zamanlarda sözü fazlaca edilen diğer herşey gibi ‘doğal hayat’ da yaşantımız içinde kendisine kavramsal bir yer tayin ettiğimiz, muhtevasını neredeyse bütün bütüne kutsadığımız ama gerçek anlamda tecrübe etmediğimiz, etmekten giderek uzaklaştığımız dil eğlencesi lakırdılarımız arasında kendine fazlasıyla yer buluyor.(…) Bugün tabiat hakkında akıllara seza denebilecek büyüklükte sözlü ve görsel malzemeye, ucu bucağı olmayan zenginlikte bir malzemeye sahibiz. Buna karşılık tabiatı doğrudan, (…) ona tahakküm etmeye çalışmadan, bir parçası olmayı kabullenerek yaşayan pek az insan var. Dolayısıyla biz ‘doğal hayat’ lakırdılarını dilimizden düşürmezken, aslında uzanıp dokunmaya cesaret edemediğimiz bir ütopyadan, hayalî bir uzak ülkeden söz etmiş oluyoruz. (…)
Mihail Yuryeviç Lermantov’un ‘Zamanımızın Bir Kahramanı’ kitabından tefekküre şayan birkaç satır: ‘Tabiatın büyüklüğünün, güzelliğinin yarattığı duygu, basit kalplerde, bizim gibi, sözle olsun, yazıyla olsun, coşkuyla hikayeler anlatan kişilerin kalplerinde olduğundan çok daha güçlüdür.’
(…)“
No Comments