” ‘İnsân-ı kâmil’ ile ‘insân-ı hayvan’ arasındaki fark sûrete âit mertebelerle değil ancak manevî mertebelerle ilgilidir.”

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin (m.1165-1240) Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmış tercüme ve şerhi Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın tarafından günümüz Türkçesiyle yayına hazırlanmıştır (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1983). Bunlardan Yedinci Baskısı 2017’de yapılmış olan İkinci Ciltten, başlığı teşkil eden bir alıntı (s.99) bağlamında yapacağım bazı alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.

“(…) Ve mâdem ki a’lâlık uyum ve teslimdedir; o halde cemâddan(cansız, yaşama ve büyüme kabiliyeti olmayan yaratıklar) a’lâ bir mahlûk yoktur. Zîrâ cemâd devamlı olarak zâtî yaratılışının marifeti üzerinedir; aslî tabiatından sapmaz. İlmen, gerçekten ve mertebe yönünden teslîmiyet ve inkıyâd (uyma, boyun eğme, itaat etme) üzeredir; ve ilâhî irâdenin tasarrufu altındadır. (s. 98)

Ondan sonra nebâtât (bitkiler) gelir. Zîrâ bitkilerde cemâddan fazla olarak nümüvv (yetişme, büyüme, gelişme) vardır. Her ne kadar bu özellik onun fıtratı gereğinden ise de, o tabiî, fıtrî hareket, örfen ona izâfe olunur. Dolayısıyla o tabiî hareket bir tür tabiî tasarruf olur ki, bu, cemâdâtta yoktur. Böylece nebât marifette cemâddan daha aşağıdır. Ve nebât cinsi genel olarak büyüme itibariyle marifette bir miktar yukarıda olmakla berâber, herbir tür şeref ve aşağılıkta, fayda ve zararda belirli bir miktar ve ölçü üzeredir. (aynı s.)

Yani his sâhibi olan hayvânat, vahşî olanlar ve kuşlar mertebede bitkilerden sonra gelir. Her ne kadar aklen değil ise de yaratılış olarak ve hissen hareket ederler. Ve Hak emri ile öyle amel eylerler. Onun için nebât cemâddan ve his sâhibi olan hayvan da nebattan daha aşağıdır. Ve bunların hepsi, yani cemâdât, nebâtât ve hayvânât kendilerini halk eden (yaratan) Rab’lerini, tabiî, fıtrî marifet ile âriftir (bilirler, tanırlar). Ve bunun böyle olduğu fikren ve tahyîlen(akla, hayâle getirerek) değil, keşfen yani zevk yoluyla, şuhûden (müşahede ile) ve açık delîl ile sâbittir. (aynı s.)

O halde varlıkların hepsinin hayat sahibi olduğu hakkındaki naklî delîl Hak Teâlâ hazretlerinin Ra’d, 13/15, Cum’a, 62/1 ve İsrâ, 17/44 âyet-i kerîmeleridir. Zîrâ gökler ve yerdeki varlıkların hepsinin secde ve tesbîh edebilmeleri için hayat sâhibi olmaları lâzımdır. (aynı s.) Ve keşf ehline göre de varlıkların hepsi hayat sâhibidir; onlar bunu müşahede ederler. Ve aklî delil de budur ki, Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır. Eşyânın (şeylerin) varlığı ise Hakk’ın varlığına ait olan bir itibarî / izâfî varlıktır.(…) (s.99)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked