“Bilgisizlik hâli Kalplerin Allah hakkındaki bilgiden yoksun kalıp ölmesidir.” (Fütûhât-ı Mekkiyye, c.12,s.49)
Muhyiddin İbn Arabî‘nin (m. 1165-1240) Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinin Arapça aslından günümüz Türkçesine Prof. Dr. Ekrem Demirli çevirisiyle yayınlanmış (Litera Yayıncılık) ciltlerinin (18 cilt) 12. sinden, ilki bu yazının başlığını oluşturan, birkaç alıntıdan ibaret bir yazı olacak bu.
“Bilmelisin ki, âlemde insan-ı kâmilin yeri, nefs-i natıka’nın (düşünen nefs) insandaki yeriyle birdir. Sözünü ettiğimiz kâmil, ondan daha kâmil kimsenin olmadığı Hz. Muhammed’dir. Âlemin varlık sebebi olan bu kemâl derecesinden aşağıdaki insanların o kâmilin mertebesi karşısındaki durumları, ruhanî güçlerin insandaki yeridir. Kast edilenler diğer peygamberlerdir. Allah’ın selâmı onların üzerine olsun! Kemâl bakımından bu insanlardan aşağıdakilerin derecesi ise insandaki duyusal güçler gibidir. Bunlar vârislerdir. Allah kendilerinden razı olsun! Şeklen insan suretindeki kimseler, hayvanlar arasındadır. Onlar ise, insanda gelişme ve hissetme özelliğine sahip hayvani ruh konumundadır.” (s.70)
” ‘Onu öldürmediler, asmadılar, fakat onlara öyle göründü.’ (Nisa, 4/157) Çünkü hayal mertebesi her sureti inşa eder. İnsanların çoğu bu hayalî mertebeye girer ve onlara yansıyan suretleri görür, fakat bulunduğu hal üzere hakikati sabit varlığı gördüklerini zannederler; hayalin suret verdiğinden başka bir şey görmemişlerdir. Böyle bir imtihana tabi tutulan insan bir süre beklemelidir. Gördüğü şey varlıkta hakikati sabit bir ruh veya duyulur bir şey ise o şey sabit kalır ve başkalaşmaz; hayal ise sabit değildir ve hızla başkalaşır. (…) Böylelikle dışta duyu ve ruh olarak sabit olan suretler ile hayali suretler ayırt edilir. Bu konuda bilgisi olmayanın terazisi budur.” (s. 100)
” ‘Mümin iseniz Allah’a tevekkül edin’ (Maide, 5/23) Burada tevekkülü kulun kalbinde iman bulunduğunun alâmeti yapmıştır. Allah’ı ise tevekkül eden müminlerden özel bir grup vekil edinmiştir. (…) Bize ait olan malda Allah’ı vekil edindiğimiz gibi onu kullanmada da O’nu vekil saydık. (…) Allah Teâlâ nereye ve ne zaman infak edeceğimizi ilham ederek bizim adımıza infak ve harcama işini üstlenir.” (s.106)
“Bilmelisin ki, Allah’ın gizli, iyi, veli kulları vardır. Onlar ile insanlar arasında alışkanlık perdeleri bulunur ve onlar insanların arasında gizlenir. Onların üzerinde kendilerini insanlardan ayırt eden bir özellik görünmez. Onlar vasıtasıyla Allah Teâlâ âlemi korur ve kullarına imdat buyurur. Onlar gökte tanınır, fakat insanlar arasında bilinmezler. Dünya ve ahirette sıkıntılar onlarındır. Onlar Nebi veya şehit olmadıkları halde, Nebi ve şehitlerin kendilerine gıpta ettiği kimselerdir. Onlar ne dünyada tanınır ne de ahirette birilerine şefaat ederler. Onlar sırlarında Hak ile birlikte kalan kimselerdir. (…)” (s. 126)
“(…) Hırsızlık, zina suçu, savaşma, iftira etme gibi suçlara verilen cezaların mahallinin hayvani nefis olmasına dikkat buyurun! Bu mahal öldürmek, elin kesilmesi, sırta vurulması gibi cezaların acısını hisseder. Dolayısıyla dini cezalar bedene uygulanır; acı ve elem ise onu hisseden hayvani nefse tatbik edilir. Bu nefiste bütün acıları hisseden hayvanlar ortaktır. O halde insandaki azap mahalliyle tüm hayvanların dünya ve ahiretteki azap mahalleri arasında fark yoktur. Natık nefs ise, daimi mutluluğu ve şerefiyle kendi âlemiyle baş başadır. Bakınız! Hz. Peygamber bir Yahudi’nin cenazesi geçerken ayağa kalkmış, onun Yahudi olduğu söylendiğinde ‘Peki bir nefs değil miydi?’ diyerek zatından başka bir sebep söylememiş, nefse saygı ve değerini göstermek amacıyla hürmeten ayağa kalkmıştı. Natık nefs (düşünen nefs) nasıl şeref ve üstünlük sahibi olmasın ki? (…)” (s. 278)
No Comments