‘Mutasavvıfların kelamcılardan farkı, konuyla ilgili ayet ve hadislerin muhkem bir metafizik yorumunu yapmış olmalarıdır.’
Prof. Dr. Ömer Türker ‘in CİNS adlı aylık derginin Eylül 2021/ 72. sayısında “Kelâm Geleneğinin Başlangıç Hikâyesi” başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan birisi de başlığı teşkil ediyor) oluşacak bu yazı. Niyetim ve amacım bu değerli yazıdan iyi yazı okuma tutkusu olanları haberdar etmektir.
“Kelâmcılar genel olarak nesnelerin sonradan meydana gelişinden hareketle bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğu kanaatini temellendirmeyi ve bütün mevcutların bu yaratıcıyla varlık bakımından ilişkisini kurmayı amaçlamıştır. (…) Sonradan olan bir mevcudun varlığına karar verebilmek için bu fâilin bilen, tercih eden ve güç yetiren bir fâil olması gerekir.
Kelamcılar nesneleri her biri sonradan meydana gelen müstakil bütünlükler olarak düşündüler, nesnelerin özelliklerini ise bizzat nesnelerden hareketle açıklamaya elverişli görmediler. Bu sebeple de Meşşâî filozofların varlık ve bilgi açıklaması için ısrarla zorunlu olduğunu dile getirdiği illiyet ilkesini reddettiler. Fakat bu, kelamda ‘neden’ fikrinin tamamen devre dışı bırakıldığı anlamına gelmemektedir. (…)
‘Akıl ve irade sahibi bir varlık olarak insanın, âlemin yaratıcısı tarafından teklife muhatap olduğu’ bilgisinin temellendirilmesi bağlamında kelâm ilminin amacı, esas itibarıyla Tanrı-insan ilişkisini temellendirerek dinî nasların gerekleriyle uyumlu şekilde insanın bu âlemdeki yeri ve anlamını belirlemektir.
(…)
Kelâmî kozmoloji, mevcutları bir faile muhtaç kılan temel hususiyete dayandığından bütün mevcutlar ile Tanrı arasında eşit düzeyde yatay bir ilişki kurar ve mevcutların bir var oluş sıralamasını gerektirmez.
(…) Hangi türden ve seviyeden olursa olsun her bir mevcudun hem varlığı hem de bütün özellikleri daimi bir şekilde ilâhî bilgi, irade ve kudrete bağlıdır. İlâhî bilgi bizim bilgimize bütünüyle açık olması imkânsız olan sonsuz olasılık barındırır. Bu olasılıklardan biri, iradenin tercihi sayesinde diğerlerine baskın çıkar.
Baskın çıkan bu olasılık ise kudret tarafından var edilir. Dolayısıyla kelamcılara göre ilâhî bilgi, irade ve kudret bir şeyi meydana getirmeden ne olduğu kesinlikle tam anlamıyla öngörülemez bir şeydir. Öngörülebilir yegâne kısım ilâhî âdetin yani ilâhî tercihin düzenliliğini ifade eden kısımdır.
Mesela biz, ateşin pamuğa temas ettiğinde onu yakacağını öngörür ve düşünme esnasında ateşi, pamuğun yanmasının sebebi sayabiliriz. Fakat bu kesinlikle mutlak değildir. Ne ateş ile pamuk arasındaki muhtemel ilişkilerin bütününü bilebiliriz ne de ilâhî iradenin yanma olayını meydana getirmemeyi tercih etmesini bilebiliriz. Zira ilâhî irade belirli zorunluluklara bağlanamaz. (…)”
No Comments