“İnsân-ı Kâmil” adlı eserden sözler

 

Müellifi Abdülkerîm el-Cîlî (h. 767-826 veya 832), mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun (m.1865-1941), yayına hazırlayanları merhum Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın (1937-1995), Ekrem Demirli, Abdullah Kartal olan ve İz Yayıncılık‘tan 4. baskısı 2015’de çıkmış bulunan eserden (tam adı: el-İnsânü’l-Kâmil fî-Marifeti’l-Evahir ve’l-Evail / kabaca tercümesi: sonların ve ilklerin bilinmesinde İnsân-ı Kâmil ) düşündürücü ve etkileyici bulduğum sözlerden bazılarını aktarmamdan oluşacak bu yazı.

“Hakk’ın varlığının ilk tenezzül (inme) ve taayyün (belirme) mertebesi, zâtından zâtına olan ve taayyün-i evvel / ilk taayyün mertebesi olarak isimlendirilenidir. Bu mertebe aynı zamanda Hakikat-i Muhamediyye / Muhammedî Hakikat mertebesidir ve ilâhî Zâtta mündemic (içkin) olan kabiliyetler ve sıfatlar birbirinden ayırd edilmeksizin, öz olarak bu mertebeye ilişkindir. Bu eserin isminin işaret ettiği mertebe de budur.” (s.13)

“Varlık meselesinde en önemli kavramlardan birisi ‘uluhiyet’tir. Cîlî’ye göre ‘ulûhiyet’, vücûdî (varlıkla ilgili) hakikatlerin toplamından ibârettir; diğer bir ifadeyle bütün ilâhî ve kevnî (varlıkla/oluşla ilgili) aşamaları içine alan bir hakikattir ve her hak sahibine varlıktan hakkını verir; ayrıca uluhiyet, zâtın en büyük mazharıdır ( zuhur yeri).” (s. 16)

“Nihayette son tecellî yani zâtî tecellî gelir; ve bununla da mirac sona erer. Böylece İnsân-ı Kâmil Hak ile zâtî birliğini idrak eder.” (s. 18)

“Hâmid de, hamd de, mahmûd da O’dur. O ma’bûd, mutlak varlığın hakikati, halk ve Hak diye adlanan hüviyetin aynıdır. Âdem sûreti üzerine zâhir olan âlemin aşkıdır. Kâinât lafzının ma’nâsıdır. Îcâd edilmiş sûretlerin rûhudur. Her zerrede, hulûl söz konusu olmaksızın, kemâliyle mevcuttur. (…) Cevâhir ve a’râz hakikatlerinin zâtıdır. (…)” (s. 24)

“Ahadiyyetinde adedden müteâlî (yüce/aşkın), azametinde hudûdun kendisini kuşatmasından âlîdir (yüce). Kem (kaç), keyfe (nasıl), eyne (nerede) tanımları kendi üzerine rastlamaktan berîdir (kurtulmuş / temiz).” (s. 25)

İlim kendisini ihata, ayn (göz) kendisini idrak edemez. Hayâtı, vücûd-ı hayatının (hayat varlığının) nefsidir (kendisidir). (…) Eşyâyı rü’yeti, eşyâdaki kelâmı semâa tecellîgâhtır (Şeyleri görmesi, onlardaki kelâmı işitmeğe tecelligâhtır (görünme yeri).” (s. 25) “Mevcûdâtı işitmesi, mevcûdâtta gerekli olan Hak nizâmın kendisidir. (…) Ulûhiyyeti, kullluk edenin zilletiyle Ma’bûd’un izzetini câmidir (toplayıcı). (…) Ahadiyyeti, muhtelif çoklukların tekliğinin, şifa bulanların izdivaclarının aynıdır. (…)” (s. 25) Azametini ilimler ihata, celâlinin künhini fehimler idrak edemez. O’nu idrakten aczi, âlim itiraf etmiş; kâmil akıl, O’nun kavuşma ve ayrılmasındaki esrârını idrakten geri kalmıştır. (…)” (s. 25)

“Zâtının künhini ihatadan, Zâtı, sıfatlarını hacz ve men etmiştir.” (Bu ma’nâyı, eserin mütercimi müellifin ruhuna sorarak öğrendiğini belirtmiş.)” (s. 26)

“Evveliyyetinin evveli, âhiriyyetinin âhiri yoktur. Ezelî Kayyûmdur, ebedî Bâkîdir. O’nun kuvvet, kudret ve iradesi taalluk etmedikçe (ilgisi-ilişiği olmadıkça), vücûdda (varlıkta) bir zerrenin hareketine imkân yoktur. Vücûdun evvelsiz başlangıcı ve nihâyetsiz sonuna nazaran, olmuş ve olacak ne varsa, hepsi kendisinin ma’lûmudur. Ve şehâdet ederim ki, bu ibârelerden müteâlî (aşkın) ve Zât’ı, tasrîh (açıkca belirtme) ve işaretle bilinmekten mukaddes olan Allah’tan başka ilah yoktur. (…)” (s.26)






No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked