“Senin varlığın bir günahtır ki, ona diğer bir günah kıyâs olunmaz.”
Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin Fusûsu’l-Hikem isimli eserinin Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmış tercüme ve şerhini Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın günümüz Türkçesiyle yayına hazırlamışlardır. Tamamı dört cilt olan bu eserin I. Cildinin Nuh Fassından yapacağım bazı alıntılamalardan -başlığı teşkil eden cümle de bunlardan biridir (s.301) – ibâret olacak bu yazı.
‘Nefsine zâlim olan’ kimse hakikî vâhidi(bir olanı) birtakım itibarlar ile çoğaltıp bu çoklukta da vahdeti (birliği) müşahede eder (görür); ve muktesıd (orta yolu tutan) ise vâhidde kesreti ve kesrette vâhidi müşahede edip bu iki şahitlik arasını toplar; ‘sâbık’ (öne geçen) ise adedi birleştirip kesîri (çoku) ‘bir’ görür. Dolayısıyla orta yolda olan ile sâbık Hakk’ın ve halkın varlığını itibar ve isbat etmediği için hayrettedir. Şu halde ‘Hak onun hayretini ziyâde eder.’ (Nûh, 71/24). Nitekim Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ‘Yâ Rab, benim hayretimi sende ziyade et (artır)!’ buyurur. Ve bu hayret övülen hayrettir.
Bilinsin ki, bu âyet-i kerîme Nûh sûresindeki (71/24) âyet-i kerîmesini izleyerek şerefle gelen olur. Şu halde bu âyetteki söz Nûh kavmine ait olur. Çünkü ‘zulm’ ün lügat mânâsı ‘Bir şeyi konulması gereken yerin harici bir yere koymak’tır. Nuh kavmi Hacer ve şecerden yaptıkları putların mazharlarında ulûhiyet tahayyül edip, onlara taptıkları için ulûhiyyeti mevziinin dışında bir yere koymakla zâlim oldular. Ve nefislerine zulmeden Muhammedî zâlimler ise nefsanî şehvetlerini mahalline koymadılar. Dahası muhalefet edip terk ettiler ve bir olan varlığı birtakım yokluğa ait nisbetlerle çoğaltmakla zulm eylediler. Onun için Şeyh (r.a.) (Muhyiddin İbn Arabî) Nuh suresinde olan bu âyet-i kerimedeki ‘zâlimîn’ sözünü işaret lisanıyla kemâl ehli tarafına tefsir buyurdular.
O övülmüş hayret sâhibi olan Muhammedî lere Hak, her ne vakit ahadiyet nûru ile tecellî edip aydınlatsa, onlar o nûr içinde yürürler. Zîrâ ahadî tecellî ile çokluk ve belirmeler perdesi kalkar. Dolayısıyla hayret gerektiren çoğalmalar da kalkmış olur; ve çoğu taayyünlerin perdelerinin karanlığı çöktüğünde hayrete düştükleri halde dururlar, yürümezler ve merhale katetmezler. Ve hayrette olanlar ise devr ederler.
No Comments