Merhum Sezai Karakoç hakkında farklı bir yazı
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün‘ün Yeni Şafak’ta bugünkü yazısı “Sezâî Karakoç’un vefâtının düşündürdükleri” başlığıyla çıktı. O yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar ve bunlarla ilgili diyeceklerim oluşturacak bu yazıyı.
” Sezâi Karakoç vefât etti. Allah rahmet eylesin. Sezâî Bey her şeyden evvel kıymetli, kudretli bir şâir olarak bilinirdi. Fikirlerine en uzak olanlar bile onun bu niteliğini teslim eder, saygı duyarlardı. Bir zamanlar Mülkiye’de fakülte arkadaşı olduğu, lâkin siyâsal tercihleri îtibârıyla zıt cenahta yer alan Cemâl Süreya, Turgut Uyar, Ece Ayhan vd. ile edebiyatta buluşmuş, hep berâber İkinci Yeni Grubu olarak bilinen bir akımı inşâ etmişlerdi. Sezâî Karakoç’u, sol cenaha tanıtan ve sekter bir şekilde kurban edilmesine mânî olan başta arkadaşı Cemâl Süreya olmak üzere solcu şâirlerin ‘takdirleridir’. Diğer taraftan Monna Rosa şiiri, arkasında dünyevî bir aşk hikâyesini taşıdığı için Sezâî Karakoç’u sol çevrelere şirin göstermiştir. (…)
Yazının ilk bölümünden bazı tesbitlerin ve bilgilerin ‘gerçekler’ olduğu izlenimi uyanabilir kimi okurlarda. Ben o kadar doğru ve gerçek olduğunu düşünmüyorum o belirtilen tesbitler ve bilgilerin. Tabii ki vefat etmiş bir kişinin ardından söylenenler, yazılanlar ancak o merhûmu çok iyi tanıyanlarca değerlendirilebilir. Benimkisi bir sezinlemeden öteye geçmeyebilir. Birebir görüşmelerimiz olmuştur; yazdıklarının sıkı bir tâkipçisi olduğum dönemler söz konusudur. Buna rağmen fazla iddialı olamam.
“Propagandist olmadığı, kamuoyuna kendisini pek göstermediğinden, İsmet Özel için, ‘keşke bu tuhaf fikirlere kapılmayıp bir şâir olarak kalsaydı’ kabilinden söylenenler Sezâî Karakoç için pek söylenmiş değildir. “
Yazarın bu cümle ile ne demek istediği tam anlaşılmıyor. İsmet Özel’in propagandist olmadığı, kendisini kamuoyuna pek göstermediği ifade ediliyor; bu anlaşılıyor. Ama propagandist ve kendisini kamuoyuna gösteren kim? Burası açık değil. “İsmet Özel için söylenenlerin Sezai Karakoç için pek söylenmiş olmadığı böylece kapalı kalıyor.
Merhum Sezai Karakoç’un siyâsete bakışının felsefî olarak Bergsoncu bir temele sahip olduğunu düşünmesini de yadırgıyorum.
“Hâsılı fikirler derinliğini kaybeder, şiirde yüzeye vurarak uçuculaşır. Fikir nâmına geride, sâdece ethos’a dâir basitlemeler kalır. Meselâ Nurettin Topçu’nun bu çerçevedeki farkı, bilerek mi tercih etti kestiremiyorum, poetik baskılamaya karşı çıkması, felsefî temelde kalmak istemesidir. Edebiyat unsurunu, fikirlere en yakın bulduğu hikâyecilikle sınırlandırmak istemesini de buna bağlıyorum. “
Alıntı metni de aynı yazıdan. Burada da merhum Nurettin Topçu’ya yukarıdan bir bakışı yansıtan ifadesi yadırgatıcı.
“(…) Meselâ Nurettin Topçu’nun bu çerçevedeki farkı, bilerek mi tercih etti kestiremiyorum, poetik baskılamaya karşı çıkması, felsefî temelde kalmak istemesidir. (…)”
Şu alıntıyı hiçbir açıklama yapmadan sunayım ve takdiri okuyanlara bırakayım
“Poetik-retorik ilişkisini Türk sağının, muhafazakârlık gibi derin bir işçilik ve zahmet isteyen bir işte çuvallamasının başat sebeplerinden birisi olarak görüyorum. (Lâf aramızda, muhafazakârlığın başındaki en büyük belânın sağcılık olduğunu düşünmeye başladım).
Son ve eleştiri hak etmeyen şu satırları yazarın:
“Sezâi Bey, zâten Türkiye’nin gündemlerinin kenârına itilmişti. Bu durumu kûşe-i uzletinde yaşadığı ve sâdece dar bir çevre ile paylaştiği derviş meşrep hayâtıyla sanki kabûllenmişti. Kirlenmemiş bir hayâtı bıraktı ardında.. Hayâtıyla değil, ölümüyle gündeme oturdu. Hazin olan da bu. Vefâtından bir gün evvel acaba kaç kişi onun fikirleriyle hemhâl idi? Öldüğü için hatırlandıysa bunda bir gariplik yok mu? (…)”
No Comments