Sadreddin Konevî’nin(m.1210-1274)”İlahi Nefhalar” (Çeviren: Ekrem Demirli; Kapı Yayınları) kitabından alıntılar

 

“Hz.Peygamber’den rivayet edilen bir hadis: ‘Rabbinizin şu günlerinizde rahmetinin esintileri (nefehât) vardır. Hücum edin onlara!’ İlahi esintilere hücum etmek ve onun türlerini tanımak maksadıyla Rabbime yöneldim. Allah bu hücumun hakikatine ve tümel kısımlarına muttali kıldı beni. (…) Şimdi -Allah’ın izniyle- o kısımları özetle zikrediyorum.

İlahi esintilere hücum (taarruz) öncelikle iki kısma ayrılır: Birinci kısım insan çabasından soyut iken diğeri çabayla karışık kısımdır. İlki, yaratılmamış (gayr-ı mec’ul) istidat vesilesiyle gerçekleşirken ona hiçbir durum ve iş bitişmez. İlahi esintilere hücum etmek mertebelerinin ilki ve en üstünü hiç kuşkusuz budur. Onu ruhaniliğin temizliği ve onun makul feleğinin dairesinin genişliğiyle gerçekleşen hücum takip eder. O ise ruhani mertebe hükümlerindendir. İkinci taarruzun sahibi ve mensubu olan insanlar çeşitli derecelerdedir. (…) Her bir mevcut varlık payını tümel İstidadıyla Hak’tan kabul etmiştir. Tümel istidat yaratılmamış olduğu için mertebe itibariyle kabul edilen varlığı önceler. Tümel istidat ile kabul edilmiş varlık, hakkında ‘yaratılmış’ hükmü verilmesiyle yenilenmiş tikel varlık istidadıdır. Çünkü o, temizlik ve başka bir özellikle nitelenebilen ruh için meydana gelmiş varlığın semerelerindendir. Dolayısıyla o, söz konusu tikel istidat, bir açıdan tümel istidat hükümlerinden biri ve tümel istidadın sıfatı olsa bile zuhuru ve gerçekleşmesi varlığa bağlıdır ve ancak onunla var olur. Bunu anlayınız!

Bu iki hücum türünü muhabbet vasıtasıyla gerçekleşen hücum ve yönelme takip eder. Bunda hiç şüphesiz fakirlik (Hakk’a muhtaçlık şuuru) şarttır. Söz konusu fakirlik mutlak veya mukayyet (sınırlı) fakirliktir. Mensupları ise derece derecedir. Birinci derece mensupları Hakk’a mutlak-saf muhabbetle yönelenlerdir. Onlar Hak’tan başkasını talep etmedikleri gibi O’nu sevmelerinin sebebi Hakk’ı bilmeleri veya birisinin kendilerine Hakk’ı tanıtması da değildir. Onlar Hakk’ı niçin sevdiklerini dahi bilmez ve sevdiklerinden hiçbir işaret kendilerine belirmez. Söz konusu bu yönelme ve taarruz, çabanın bulunmadığı ilk iki kısma benzeyen zatî-aslî bir bağ ve ilişkinin gerektirdiği hücumdur. Onlardan sadece kişinin kendisinden uzaklaştıramadığı bir temayülün ve cezbenin varlığı ile ayrılır. Böyle biri Hakk’a karşı bir rabıta, mutlak fakirlik, cezbe, aşk ve meyil hissederken bunun sebebini bilemez. Belirli bir sebebini bilmeksizin cezbeye kapılır, meyleder ve arzu duyar. (…) Bu tarz hücum, (Hak ile kul arasındaki) zatî ilişki bağından ibarettir ki, kitaplarımızın çeşitli yerlerinde bunu beyan ettik. (…) Hakk’a ait ve O’nunla irtibatlı şeylere misal olarak ise daha önce dile getirdiğimiz üzere Hakk’ı bilmek, O’nu müşahede etmek, O’na yaklaşmak ve O’nunla haz almak gibi hususlar verilebilir. Kul bu ikinci türde tekil ve çoğul olarak belirli amaçlar için Hakk’a yönelir. (…) Bu kısmın tafsilatı vardır ve bunlar bir makam altında mütalaa edilebilir. (…) Kemale ulaşmak (kişinin çabasının ve katkısının bulunmadığı) ilk iki taarruzdan sonra esaslarını zikretmekle yetindiğim amaç ve konuları elde etmeye bağlıdır. Bunu bilmelisiniz! Burada ele aldığımız kısımların dışındaki hücumlar ise ameller, yönelmeler, duaların sûretleri gibi vesilelerle Hakk’a yönelmekten ibarettir.

Şu husus da bilinmelidir: Kitapta rahmânî nefhalar ve özel -rabbani tecellîlerin neticelerinden sadece Hakk’ın bu yakın mertebede açmış olduğu ve zikretmemi kolaylaştırdığı hususları zikredeceğim. Bunlar üzerine düşün, onları zihnine yerleştir, bu bilgilerin kıymetini anla ki büyük saadet ve mertebeyi elde edesin! Allah ihsan eden ve kulunu razı olduğu işlere ulaştıracak olandır.

(…) İşte Hakk’ın söz konusu şe’nlerde (tecelli, iş) ve onların durumuna göre çoğalan zuhuru, halk (yaratılmış olan ve yaratılış) diye isimlendirilir. (…)

Birinci zuhuru sebebiyle el-Evvel adı Hak için sabit olduğu gibi zikredilen ikinci ve gecikmiş zuhur hükmüyle el-Ahir ismi sabit olmuş, ezel ile ebed hükümleri ortaya çıkmış, iki tarafı ayıran ‘orta’ belirlenmiştir. (…) Bu yönüyle ulvî gökler, süflî yerler, yıldızlar ve ruhlar ve orta esaslardan ibaret olan türeyenler (müvelledat) ortaya çıktı. (…) Sonra tafsilleşen mutlak, ürün olarak bütün bunların özünde nihayete erdi. Söz konusu ‘öz’, hepsinin özelliğiyle bilfiil var olmuş en yüce makamla tahakkuk etti. (…) Bunun için Hak onu insan, halife ve gölge diye isimlendirmiş, yaratıkları üzerinde emirlerini ve hükümlerini infaz etmesi için menzil ve mahal haline getirmiştir.

(…) Bu itibarla bazı yaratıklara eserlerin hükümleri galip olur, onlar Hakk’ı kendi inancına göre tesir-teessür cihetinde tanır. Bazı yaratıklar Hak’tan taayyün eden özellik ve şe’nlerine göre O’nu tanır. (…)

(…) O şe’nlerde Hakk’ın zuhur çoğalırken bununla beraber Hak mutlak anlamda birdir. Mutlak birlik insanların genelince bilinen birlik ve çokluğun kaynağıdır. (…) Onlar Hakk’a ve Hak’tan kendilerine beliren şeye dair zanlarının suretlerini bilmek ister. Hak’tan kendilerine beliren şey Rablerinin onları ezelde bilmesinin sûretine göre ortaya çıkar. ‘Allah bilir, onların çoğu bilmez.’ İlahi-tam bilgi şu hükmü beyan etti: ‘Ben kulumun bana olan zannı üzereyim.’ (s. 9-17 arasından)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked