“Ölmeden evvel ölün”

 

Mevlânâ’nın (d.1207-v.1273) Mesnevî adlı eserinin Peygamberin “ölmeden evvel ölün” hadisinin tefsiri başlıklı bölümünden sözler aktaracağım. Kendim için de, ihtiyaç duyanlar için de düşünmeye yol açması niyetiyle…

* Sen nice zamandan beri can çekişmekte, bela ve ızdırap görmektesin. Fakat hâlâ perde arkasındasın, hâlâ hakikati sezemiyorsun, anlayamıyorsun ki bizim için esas gaye, bizim için asıl olan şey, yaşamak değil ölmektir. Sen ise bir türlü ölemedin.
* Ölmedikçe can çekişmen bitmez, merdiven olmadıkça dama çıkamazsın.
* Yüz basamaklı merdivenin iki basamağı eksik olsa, dama çıkmak isteyen dama çıkamaz, dama mahrem olamaz.
* Yüz kulaçlık ipin, bir kulacı eksik olsa; kuyudaki su kovaya nasıl dolar?
* Ey emir, son ağırlığı da koymadıkça bu gemi batmaz.
* Son ağırlığı asıl bil, ne yaparsa o yapar; vesveseler, günâhlar, azgınlıklar gemisini o batırır.
* Akıl gemisi batınca, insan gökkubbesinin güneşi kesilir.
* Ölmeden evvel ölmediğin için can çekişmen uzayıp gitti, Ey Taraz mumu, sabahleyin sön, eri, yok ol.
* Bizim yıldızlarımız gizlenmedikçe bil ki dünyanın güneşi gizlidir.
* Gürzü, topuzu kendine vur da benliğini paramparça et. Çünkü ten gözü hakikatleri göremez, gerçeği duyamaz.
* Ey alçak adam, bende, benim hareketlerimde gördüğün benlik, senin benliğinin aksidir. Sen gürzü kendi kendine vurmadasın.
(…)
*Yok demek, şüphesiz var demenin zıddıdır. Yok diyorsun bilmem diyorsun. Böylece sen, bu zıdla, zıddın zıddı olan varı ve varlığı birazcık olsun bilir ve anlarsın.
* Bu zamanda, zıdda yok demekten başka anlatış çaresi yok. Sen Allah’a yok demekle onun varlığını belirtiyorsun. Bu dünya hayatında bir an bile yoktur ki bizi şaşırtan, aklımıza çelme takan bir tuzakla karşılaşmayalım.
* Ey akıllı, fikirli kişi, sevgiliyi örtüsüz, hicapsız görmek istiyorsan, ölmeden evvel öl, böylece kendi isteğinle ölümü seç de seni sevgiliden ayıran perdeyi yırt at.
* Fakat bu ölüm, seni mezara götüren ölüm değildir. Seni değiştiren, seni insanlığa, aşka, nura götüren ölümdür.
(…)
* Toprak altın oldu mu, topraklığı kalmaz. Gam, ferahlık haline gelince, insanın kalbine batan keder dikenleri yok olur, gider.
* Ey sırlar arayan kişi, bu sebeptendir ki Mustafa: ‘Sen diri bir ölü görmek istiyor isen’ diye buyurdu.
* Canı göklere yükselmiş, bedeni, diriler gibi, yeryüzünde yürüyen bir ölü…
* Bu anda onun canı yüceleri yurt edinmiş; o öldüğü zaman onun ruhuna artık, bu âlemden göç etmek yok.
* Çünkü Hz. Ebu Bekir ölmeden evvel ölmüş, bu âlemden göç etmişti. Bu hal, akılla anlaşılmaz, ancak öldükten sonra anlaşılır.
* Göçmüş, fakat halkın göçtüğü gibi değil. Bir duraktan bir durağa, göçe göçe ta on durağa ulaşmış.
* Kim, yeryüzünde apaçık yürüyüp gezen böyle bir ölüyü görmek isterse,
* Söyle ona, tertemiz Ebu Bekir’e baksın. O, doğruluğu, iyiliği yüzünden ölmeden evvel ölmüş, mahşere varmış, haşredilenlerin emiri olmuş.
* Daha bu dünyada yaşarken (sıddıkı) gör de mahşerin gerçek oluşuna inancın artsın.
(…)
* Ahmed, bu dünyaya ikinci doğuş mertebesinde olarak gelmiş, onda yüz kıyamet zahir olmuştur.
* Ondan kıyameti sorup dururlardı: ‘Ey yüzlerce kıyamet olan Allah’ın Resulü, kıyamete ne kadar zaman var?’ dedilerdi.
* O da hal dili ile derdi ki: ‘Ne tuhaf şey, birisi mahşerden haşri soruyor.’
* İşte en güzel haberler veren elçi, bu yüzden, ey azizler demişti ‘Ölmeden önce ölünüz.’
* Bunun gibi ölmeden önce ölmüşüm de bu adı sanı o taraftan getirmişim.
* Şu halde kıyamet ol da, kıyameti gör. Bu hal her şeyi görmede şarttır.
(…)
* Akl oldun mu, bütün olgunluğu ile aklı bilirsin. Âşık oldun mu, aşkın insanı ne hale soktuğunu, nasıl yakıp, yandırdığını anlarsın.
* Bunu kavrayacak idrak olsaydı, bu davanın sesini, delillerini apaçık söylerdim.
* Bu tarafta marifet inciri çok hakir görülüyor. Eğer bu civara marifet incirini yiyecek bir kuş konuk gelse, ona bu çeşit marifet gıdaları dermek kolay olurdu.
* Bütün dünyada herkes, erkek olsun kadın olsun her an can vermede ölüp gitmededir.
* Onların söyledikleri sözleri, ölürken babanın oğluna söylediği vasiyetler say.
(…)
* Gelecek şey, gelmiş çatmıştır. Onu şimdi oluyor farzet. Dostu can veriyor say, yok olmuş bil.
* Kinin, garazın, bu görüşlere engel oluyor, ibret almanı önlüyorsa garazı, kini kalbinden çıkar, at.
* Bu fena duyguları kalbinden atamıyorsan, ben acizim, bir şey elimden gelmiyor diye ümitsizliğe kapılma, bil ki aciz olanı bir acze düşüren var.
* Acizlik bir zincirdir. Birisi gelmiş sana o zinciri vurmuş. Gözünü açıp, seni o zincirle bağlayanı görmen lazım.
* Ey yaşayış yolunu gösteren Allah’ım, ben hürdüm, neden acizlikle elim ayağım bağlandı? Hangi günâhımın esiri oldum? Bana acı, beni affet, beni bu zincirden kurtar.
* Allah’ım, günâh yollarında yürüdüm. Bu yüzden kahrına uğradım. Hüsran içinde kaldım.
* Senin nasihatlerine kulaklarım sağırmış, put kırıyorum diye davada idim, meğer put yapıyormuşum, haberim yok.
(…)
* Senelerden beri şu ölüm, davulcuğunu çalar durur. Fakat sesler, senin bir kulağından girer, öteki kulağından çıkar gider.
(…)
* Ölümün nara atmaktan boğazı yırtıldı, dövmekten davulu patladı.
* Sen ise, ne ecelin sesini duydun, ne davulunu işittin. İnce eledin, sık dokudun. Ölümün ne olduğunu can boğaza gelince şimdi anladın, yazıklar olsun sana.”

Kaynak eser: Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, Çeviren ve Şerheden: Tâhirü’l-Mevlevî, Yayına Hazırlayan: Recep Kibar, Kırkambar Kitaplığı, Beşinci Basım, Temmuz 2013, İstanbul.

Not: Bu yazı şimdi kapanmış bulunan Radikal Blog’ta yazarken 14.01.2015 günü orada yayınlanmıştı.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked