Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-l’den Melâike-i Kirâm Hakikati konusunda alıntılar
“Bilinsin ki, varlığın daha önce ayrıntılı anlatılan ilmî sûretleri yani insanî hakikat mertebesinden inmesi, yine o mertebede sâbit olan kudret sıfatının mazharları / zuhur yerleri yani kuvvetler ile olagelendir. Zirâ varlıkta kuvvet ve kudret olmayınca irade ettiği bir şeyin icadı mümkün olmaz. Allah Teâlâ hazretleri zü‘l–kuvveti‘l-metîndir (pek çetin kuvvet sahibi). Ve kudret diğer sıfatlar gibi hakiki varlığın işlerinden bir iş olduğu cihetle zâtının gayrı değildir. Böyle olduğu halde materyalistler onu müstakil bir şey sanıp oluş kökenini iki bağımsız varlığa dayandırdıktan sonra, birine ‘madde’, diğerine ‘kuvvet’ demişlerdir. Şüphesiz bu hüküm onların vehme dayalı zanlarından ibarettir. ‘Onların ilimden erişebildikleri işte budur.’ (Necm, 53/30) ve ‘ Hakikatte zan ise haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz.’ (Yunus, 10/36)
Böylece, fiiller kuvvet ile tezahür edeceğinden, ilâhî fiiller de melâike -i kirâm ile zâhir / görünür olur. İlâhî kuvvetlerin ismi peygamberler aleyhimü’s-selâm lisânında ‘melâike’dir. Zirâ ‘melek’ ‘kuvvet ve şiddet’ manâsınadır. Melâike tabii ve unsurî olmak üzere iki kısımdır. Tabiattan olan melekler unsurların bulunmadığı uzayda tabii sûretlerden oluşmuş ulvî ruhlardır. Bunlar uzayda oluşmuş bulundukları ve unsurlardan bileşik olan cansız cisimler ile ilişkili olmadıkları cihetle, Âdem’e secde ve baseğme ile emr olunmadılar. İkincisi unsurlar ile alâkalı melâikedir ki, bunlar unsurlara mensûb olan ruhlardır; ve Âdem’e secde ve itaat ile mükelleftirler. Melâike-i kirâm, tercih sahibi olmayıp o kuvvetlerin sahibi olan ulûhiyet zâtının iradesine tâbi olduklarından haklarında ‘(O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır ki, onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere aslâ isyan etmezler, neye de memur edilirlerse yaparlar.’ (Tahrîm, 66/6) buyrulmuştur. Nitekim insan varlığındaki kuvvetler de insanın iradesine tâbidir. Unsurlarla ilgili melâike,kesîf sonsuz âlemlerin tedbîrine memurdurlar. Melâike his ve şehadet âleminde kesîf şahıslar gibi görünmezler, zîrâ ruhdurlar. Hayâl âleminde muhtelif sûretlere girerek görülmüş olurlar.Hayâl âlemine dâhil olan ancak görendir. Dolayısıyla bu kuvvetlerin gökler ve yerde çok değişik etkileri vardır. Mutlak varlığın muhtelif mertebeler ve tavırlardaki tedbîrâtı bu kuvvetler aracılığıyladır. Bunlar ulûhiyet cânibinden her bir mertebeye ve her bir tavra gönderilirler. (…) Melâikenin kanatları yani etkilerin cihetleri adede münhasır değildir. (…) (S.a.v.) Efendimiz Mirâc gecesinde Cebrail (a.s.)ı altıyüz kanatlı olarak gördüklerini hikâye buyurmuşlardır. Yüce maksatları (Fâtır,35/1) âyet-i kerîmesi mucibince etkilerin yönlerinin çokluğuna işaret buyurmaktadır. Böylece ulûhiyetin unsurlar âlemini kuşatan dört küllî/tümel gücü vardır ki, onlara şerîat lisanında Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Azrâîl (a.s.) isimleri verilir. Bunlara tâbi olan melâikenin haddi ve hesâbı yoktur.” (alıntılar s.27-28’dendir.)
No Comments