Nûh(a.s.) ve kavmi, Furkan, Kur’ân, teşbîh ve tenzîh üzerine Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’den alıntılar
“Eğer Nûh (a.s.) kavmi için iki davet arasını cem edeydi (toplayaydı), elbette onlar ona icabet ederlerdi. Böyle olunca, onları apaçık davet eyledi; ondan sonra onları gizleyerek davet etti. Sonra onlara ‘Rabbinize istiğfar edin ki, muhakkak O gaffârdır’ (Nûh, 71/10) dedi. Ve Nûh (a.s.) ‘Yâ Rab ben kavmimi gece gündüz davet ettim, benim davetimin onlara firârdan gayrı bir artırıcılığı olmadı ‘ (Nûh, 71/6) dedi.
(…) Halbuki onun kavmi isimlerle ilgili mazharların (zuhur yerlerinin) çokluğu ile vahdetten perdeli duruma düşmüşlerdi. Nûh (a.s.) tenzihde mübalağa edip isimlerle ilgili mazharlar olan putlardan sırf -vahdete davet etti. Zîrâ her bir nebîye risâlet ilminden verilen şey, ümmetinin istidâdına göredir. Nûh (a.s.) bu hakikati bildiğinden ümmetini bir sûretle davet eyledi. Halbuki onlar çok mazharlar müşahedesinde gark olmuş bulunduklarından bu davete icabet etmediler, ve kendilerini Hakk’ın gayrı bildiklerinden putlara taptılar. (…) Velâkin onların istidâdlarının gereği küfür (inkâr) olduğundan bu cismanî sûrette de çokluk küfrü ile ahadiyet tarafını örttüler.
Daha sonra onları gizleyerek, yani Bâtın ismine davet edip dedi ki: Hak nasıl sizin putlarınızın sûretinde varsa, sizin sûretlerinizde de vardır. Bu davet de nübüvvet marifetine lâyık bir davet idi. Çünkü ümmetinin istidâdına vâkıf idi. Oysa onlar görünür çokluk ile meşgul olmaları hasebiyle gizli vahdetten uzak olduklarından bunu da anlamadılar. (…)
Nûh (a.s.)ın kavmini kâh Zâhir ismine ve kâh Bâtın ismine davet etmesinden ötürü onlar hayrete düşüp bu furkânî davete icabet etmediler. Cenâb-ı Nûh onları Rabb’ine şikayet edip dedi ki: Yâ Rab, ben kavmimi geceleyin Bâtın’a, gündüzün Zâhire davet ettim; ve gece gündüz davetten geri durmadım. Benim onlara olan davetim firârdan başka bir şeyi artırmadı. (…)
Allah’ı bilen âlimler Cenâb-ı Nûh’un kavmi hakkında kötüleme lisanı ile onlar üzerine senâdan (övme,takdir etme) işaret ettiği şeyi bildi; ve onda Furkan olduğundan onun davetine icabet etmediklerini de bildi. Halbuki hâdise Kur’ândır, Furkan degildir. Ve Kur’an’da ikame olunan kimse her ne kadar onun içinde olsa da, Furkân’a kulak vermez; zîrâ Kur’ân Furkân’ı mutazammındır ( muhtevîdir).
Yani Nûh (a.s.) (Nûh, 71/7) âyet-i kerîmesinde beyan buyrulduğu üzere kavminin hâlinden bahisle dedi ki: Yâ Rab, ben onları her ne vakit senin gafr etmene davet ettim ise, onlar bu davete icabetin, Hakk’ın varlık nûru ile hicabî belirmeler ve karanlık perdelerden gafr ve setri gerektirdiğini bildikleri ve bununduğunu kendi dinlerine ve hâllerine uygun olmayan bir şey olduğunu anladıkları için parmaklarıyla kulaklarını tıkayıp duymamazlıktan geldiler ve esvaplarına büründüler. Ve bunu Nûh (a.s.)ın davetini işitmemek için yaptılar. Oysa Nûh kavmi bu davete inkâr sûretinde İcâbet ettiler. Zîrâ Nûh (a.s.) onları istiğfara yani gafr talebine ve örtünmeye davet etti. Onlar sûrette inkâr ettiler, fakat fiilen icâbet ettiler. Örtme ve örtünme ile de belirmeler (taayyünât) çokluğu ile ahadiyyet tarafını örtmek ve putlarının mazharlarıyla mutlak tarafın örtülmesi anlaşılmalıdır.
Allah’ı bilen ulemâ (âlimler) Cenâb-ı Nûh’un kavmi hakkında, kötüleme lisanı ile onlar üzerine senâdan ne şeye işaret ettiğini bildiler; ve o tahkik ehli ulemâ Cenâb-ı Nûh’un davetinde Furkân olduğu için kavminin o davete icabet etmediğini de bildiler. Zîrâ çokluktan vahdete ve teşbîhten tenzihe davet Furkan’ın hakikatidir. Oysa varlık olayı Kur’ândır, Furkan degildir. Yani ilâhî isimlerin tümünü toplayan ve uyuşmaz ve mütekâbil hakikatleri hâvi olan zâtî ahadiyetin kuşatmasından hariç hiçbir şey yoktur. Ve ilahî isimler ise Hakk’ın zâtî işleri olup kendisinin hakikatidir; ve O’nun işleri ise zâtının gereğidir. (…) ” (alıntılar s. 276-279 arasındadır)
No Comments