Bu günün üç gazete yazısından bazı satırlar
“(…) Eline bir sandalye geçirip onun üstünde dikilmeye başladığında firavun kesilenlere tahammül edilmiyor artık. Ama acaba onlar kendilerini biliyor mu, bundan pek emin değilim.
Onlar şimdilik sandalyeyi kaptırmama savaşımında kendini yitirmiş halde görünüyor.
Firavunun kendini rab makamında görmesi onun zatî meziyetinden kaynaklanmıyor; ayağının altına sürülmüş iskemlenin cılız bacakları onu o halde tutuyor. Biliyorum ki, bir gün ya o cılız bacaklar kepecek; ya da o sandalyeyi oradan kendiliğinden inmeyi akıl edemeyen ahmağın altından biri çekecek…
Ne var ki, güzel Türkçemizde birinin ayağının altından sandalyeyi çekmek hiç de talihli çağrışımlara yol vermiyor zihnimizde…” (Rasim Özdenören)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) Ben, entelektüel faaliyetlerde hisleri küçümseyenlerden değilim. Tam tersine hisler eğer kıvamında tutulursa, ‘anlamaya’, özellikle de ‘içeriden’ anlamaya katkı sağlayacaktır. Burada ölçü, hisleri ideolojik-yargısal genellemelere taşımamaktır. Lâkin milliyetçilerin milliyetçilik konusundaki çalışmaları bu sınırı çoğu defa aşıyor ve ideolojik meşrûlaştırmaya hizmet eden yavan çalışmalara dönüşüyor.
Diğer taraftan, ideolojik olarak milliyetçilik ile arasında mesâfe olan; hattâ milliyetçilik karşıtı bazı akademik veya entelektüellerin milliyetçilik konusunda yaptığı çalışmaların mühim bir kısmını da “sorunlu” bulduğumu söylemeliyim. Bu çalışmalarda genellikle milliyetçiliği “nesneleştiren” bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Türk milliyetçiliğini bir şekilde teorik çerçeveye “tıkıştırma” eğilimi baskın geliyor. Bu bakışın satır aralarında imâ edilen “zâten bütün milliyetçiliklerin kötü olduğu” hükmüdür. Hâsılı, milliyetçilik çalışmaları îtibârıyla daha bir hayli fırın ekmek yemeye ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim. (…)
Bugün MHP’nin öncelikli meselesi, kendi ideolojik geçmişi ile hesaplaşması ve kendi târihsel seçenekleri üzerinden sosyolojisini gözden geçirmesidir. Bunu, eğer varsa yapacak olan kendi entelijensiyasıdır. Değilse, MHP’nin başına şu veya ismin geçmesi, başlayan çözülmeyi sona erdiremez.” (Süleyman Seyfi Öğün)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“Kitapların birer tüketim maddesi gibi pazarlandığı bir ortamda hakim değer ölçüsünün ‘nicelik’ olarak belirlenmesi kaçınılmaz. (…)
Bunca okuma seansından geriye kalan ne? Anlam ülkesinde çıktığımız onca yolculuktan insanlığımıza ne ekleniyor? Neremize dokunuyor insanlık kaygısıyla kaleme alınmış onca derin ifade? Neyi değiştiriyor hayatımızda bunca sarsıcı cümle, neyi götürüyor olduğu yerden daha iyiye doğru? Nasıl çıkıyor bu kütüphaneler dolusu gerçekten, bu şehirler dolusu yalan?
Kişi başına adeta yüzlerce hikmetli sözün düştüğü bir zamanda, yüz kişiye neredeyse bir tek hikmetli davranışın bile düşmüyor olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Eriştirildiğimiz her mana bir nimettir, idrakimize eklenen her mânâ için bir şükür borcumuz var. Lütfedilen her bir yeni mânâ ile bir basamak daha yukarı çıkıyoruz insanlık merdiveninde. İnsan ancak idraki kadar çünkü.
(…)
Hazreti Mevlânâ’nın her nefse lazım şu hikayesini kulağımıza küpe olsun diye buraya kayıtlayalım: “Bin sene evvel Cenâb-ı Hakk’ın sahillerinden birinde bir öküz yaratılmıştı. Bu öküz, her sabah uykudan uyanınca; ucu bucağı görünmeyen aynı sahildeki sahrayı yemyeşil ve kendisini gizleyecek kadar yüksek otlarla dolu görürdü. Öküz, yalnız başına ve hiç zahmet çekmeden sahraya giderek otları tamamıyla yiyip bitirirdi. Akşam olunca otlar tamamıyla yenmiş ve öküz de anlatılamayacak derecede şişmiş bulunurdu. Akşamdan sonra sahrada bir demet ot kalmadığını gören öküz, kendi kendine: ‘Yarın ne yiyeceğim?’ diyerek o kadar feryad ederdi ki, bu keder onu sabaha kadar zayıflatıp yine eski hâline getirirdi. Öküz, Cenâb-ı Hakk’ın onun zannı hilâfına olarak sahrayı senelerce taze ve yeşil otlarla doldurduğunu hiç hatırlamazdı.”
(…)
Hayy’dan gelen Hû’ya gider, sen kenarda boş yere ellerini ovuşturup durma!
“Bil ki aldığın her nefeste” dedi meczup, “nefsinin gözü var!” “ (Gökhan Özcan)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments