Sadreddin Konevî’nin ‘Nefehâtü’l-İlâhiyye’si (Ekrem Demirli çevirisiyle:İlahi Nefhalar’dan(Kapı Yay., 1. Basım: Mayıs 2015) alıntılamalar
” Hz. Peygamber‘den -kullara tarif etmek ve onları irşat maksadıyla söylenmiş- bir hadis rivayet edilir: ‘Rabbinizin şu günlerinizde rahmetinin esintileri (nefehât) vardır. Dikkat edin! Hücum edin onlara!‘ (s.9)
(…) Allah ihsan eden ve kulunu razı olduğu işlere ulaştıracak olandır. (s.13)
(…) İşte Hakk’ın söz konusu şe’nlerde (iş, tecellî a.a.) ve onların durumuna göre çoğalan zuhuru, halk (yaratılmış olan ve yaratılış) diye isimlendirilir.
(…) Allah’ın bilgisi kadim, muhît, her şeye yayılan bir bilgi olduğu gibi aynı zamanda daima fiilî (neticesini istilzam ve var eden) bir bilgidir. (…) Bir âyet-i kerîmede iki bilgi arasındaki farka işaret edilir: ‘O’nun bilgisinden O’nun dilediğini ihata ederler (kavrarlar a.a.) ‘ (Bakara, 255) (s.17)
‘ Varlıkların ilk derecesi onların gayb ve mana yönünden asıldan farklı olmayışıdır. Bunun sebebi Hz. Peygamber’in (sav) hadisinde dile getirilmiş açıklama ve hükümdür: ‘Allah var idi, O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.‘ İşte Fatiha’nın birinci kısmı bu makama aittir. ‘
‘Şeylik şeriata ve hakiki bilgiye (tahkik) göre iki anlamda kullanılır: Varlık şeyliği, sübut şeyliği. İlkiyle kastedilen, bir şeyin kendinde ve başkasında bizzat mevcut olmasıdır. Bu kısım insanların çoğu tarafından bilinir ve tanınır. ‘Sübut şeyliği’ diye isimlendirilen şeyhlik ise her şeyin Hakk’ın bilgisinde ezel ve ebedde bir tek vetirede (süreç a.a.) değişmeksizin ve başkalaşmaksızın bilinen suretine işaret eder. O şey kendi özelliğiyle öteki bilinenler den ayrıdır. Hak onu ve ötekilerden onun ayrı oluşunu ezelî olarak bilir. (…) Bu itibar ile ‘şeylik’ tekvinî emir, yani yaratılış emrine muhatap şeyhlik demektir. Allah Teâlâ şu âyetle buna dikkat çeker: ‘Bir şeyi irade ettiğimizde ona sözümüz ‘Ol!’dur. O da hemen olur‘ (Nahl, 40). Bu şeyliğin Hakk’ın onu bilmesi ve onun ezelî bilgisinin mertebesinde tayyün etmesi ve öteki bilinenlerden ayrılması yönünden bir tür varlığı söz konusudur. (…) Böylelikle Hak üstün akıl sahibi (ulû’l-elbâb) kullarının dikkatini şuna çekmiştir: Allah’ın bildiği her bir bilinenin ilahi bilgi mertebesinde ezelî ve sabit bir sûreti vardır. Tekvîn hitabı belirleme, özelleştirme ve tahsis gayesiyle -öteki sûretlere değil- bizzat o surete yönelmiştir. Bununla beraber onlardan her birisi Hakk’ın katında ötekinden ayrıdır. (…) Allah Teâlâ’nın ‘O zikredilen bir şey değildi.‘ âyeti (İnsân, 1) zikrettiğimiz bu ‘şeylik’ durumuna işaret eder. (…)”
No Comments