Fusûsu’l- Hikem Tercüme Ve Şerhi-I Şit Fassı’dan bazı alıntılamalar
“Allah’ın bağışları ve ihsanları iki kısımdır. Biri ‘zâtî bağışlar’, diğeri ‘esmâî isimlerle ilgili bağışlar’dır.
Bilinsin ki, Hakk’ın mutlak varlığı ahadî zâtı yönüyle bağış ve ihsân etmez. Zîrâ bağış sıfatlar ve isimler gereğidir. Ahadî zât mertebesinde ise Hak tüm sıfatlar ve isimler ile zuhurdan ganîdir (müstağnî / ihtiyacı olmayan). Ve O’nun sıfatlarının ve isimlerinin hepsi ahadiyet zâtında içkin ve tükenmiştir. Ve bunlar zuhur etmese de mutlak zâtı yine mutlak zâttır. Ne zaman ki zâtında yok ve tükenmiş olan bu sıfatlar ve isimler zuhûr isterler, Hak kendi zâtına, yine kendi zâtında tecellî etmekle, onların ilmî sûretleri Hakk’ın zâtında peydâ olur. Buna ‘feyz-i akdes’ (en mukaddes feyz) tâbir ederler. Ve Hakk’ın bu tecellîsi ile ‘ilim mertebesi’ne inmesi, isimler ve sıfatlar, vahdet ve ulûhiyet mertebesidir. Ondan sonra Hakk’ın zâtının her bir mertebeye inmesi, bu ilim mertebesinde hâsıl olan isimlerinin sûreti üzerine olur. Bundan dolayı dış varlıkta, yani şimdi bizim içinde bulunduğumuz şehadet mertebesi’nde ve dünya âleminde bu varlıklarımızda hâsıl olan hediyeler, isimlerle ilgili hediyelerdir. Ve bunlar zâtî hediyeler içinde yer almıştır. Zîrâ Hakk’ın zâtı, ilminde açığa çıkan isimlerle ilgili sûretlere, rahmanî nefesiyle yayılmak, yani letâfet mertebesinden kesâfet mertebesine inmek sûretiyle varlık verdi. Ve onların istidatları / kabiliyetleri neden ibâret ise ona göre bağışladı ve ihsân etti. Dolayısıyla bu bağışlar vahdet ve ulûhiyet zâtından ortaya çıktı. Bu sûrette zâtî bağışlar ve zâtî tecellîler dedikleri ulûhiyet zâtının tecellîsi olur.
Şu halde kâmil insan ‘Allah’ toplayıcı isminin mazharı (zuhur yeri) olmak itibariyle kâinat âleminde Hakk’ın zâtî tecellîsi özellikle ona olur. Ve o saadetli zât mevcutların tümünün sâbit hakikatleri gereğince, kendilerine gelmesi gereken bağışları ve ilâhî ihsanları, halifeliği ve vekâleti itibariyle onlara dağıtır. Kevn / oluş âleminde vâki olan bu isimlerle ilgili tecellîlere ‘mukaddes feyz’ tabir ederler. İşte bu iki kısım bağışlar zevk sahipleri katında birbirinden ayırt edilir.
Hz. Şeyh (r.a.) (Muhyiddin İbnu’l-Arabî) ilâhî bağışları ‘zâtî bağışlar’ ve ‘esmâî bağışlar’ nâmıyla iki kısma bölüp ayrımını da zevke havale buyurdu. O bağışları burada da his ile idrâk olunan kısımlara bölüp aralarındaki farkı açıkladı. Zîrâ ‘makul’ misâl ile özel olur. Ve önceki taksim fail yönünden ve bu taksim ise mümkün yönündendir. Yani Hak’tan lafz ile bir şey taleb eden kul, ilim ve yakîn gibi ya belirli bir şey ister; veyâhut ‘Yâ Rab! Sen benim hâlimi ve salâhımın hangi şeyde olduğunu bilirsin. Benim zâtımın latîf olan cüz’üne, yani rûhuma ve rûhânî kuvvetlerinde ve kesîf olan cüz’üne, yani kesâfet âleminde belirmiş ve kayıdlı olan varlığıma, nefsime ve nefsânî kuvvetlerine uygun ve sâlih olan ne ise tayin etmeden/ belirmesini bekletmeden onu ihsan et!’ sözünde olduğu gibi belirmiş bir şeyi taleb eder. Ve taleb lafzı ile vâki olmayan bağış dahi taleb lafzıyla olan ile denktir. Bu bağışlar ister zâtî ister esmâî olsun. Zîrâ suâl ya söz dili veya hâl ya da istidâd ile olur. Suâl olma husûsunda cümlesi birbirine denktir. Meselâ söz dili ile bir isteğe veya hâl diliyle isteğe cevap ile, ne ilki ne de sonraki ile olan isteğe, yani sadaka mahalli olma istidadını haiz olduğunu bildiğiniz bir isteğe karşı ona yardımda bulunursunuz. Dolayısıyla onun sizden sadaka istemesi istidâd lisanı ile gerçekleşmiş olur.” (s. 182-183-184)
No Comments