Fütûhât-ı Mekkiyye, c.11’den (müellifi: M.İbn Arabî/ çeviri:Ekrem Demirli/ Litera Yay. 2009) bazı alıntılamalar
“Bakınız ! Allah’ın varlıklardaki hükmüne: Varlıkta tenakuz esastır”
“Bir kısmı itaatkâr, bir kısmı günahkâr ve bir kısmı bilgin Bir kısmı iniş ve çıkışı bilmeyen”
“Hz. Peygamber ‘Kıyamet günü ben insanların efendisiyim’ der ve bunun sebebi olarak da şeriatının kapsamlı olması nedeniyle kemâlini gösterir. Hz. Peygamber’e kendisinden önce kimseye verilmeyen bazı özellikler verilmiştir. (…) Hz. Peygamber’e ‘cevamiü’l-kelim’ (birçok manâyı toplayan) özelliği verilmiştir. Şöyle der: ‘Âdem henüz su ve toprak arasındayken ben peygamberdim.’ Diğer peygamberler ise gönderildiklerinde peygamber olmuşlardı. Bu bölümde onun menzil ve mertebesini açıklayalım: Hz. Peygamber’in menzili Hakk’ın yargısında ortaya çıkar ve genel tecelli ile genel ziyaret günündeki doğruluk makamıdır. Onun mertebesi gözle ve müşahedeyle öğrenilir. Onun mertebesi, Hakk’ın bilgisindeki konumu ve O’nun katındaki yeridir ki, bu Allah’ın bildirmesiyle öğrenilebilir. Hz. Peygamber, makam-ı mahmûd’un (övülmüş makam) sahibidir. Bu makam, melekler ve onların dışındakiler için şefaat kapısını açmak demektir. İlk şefaat edecek kimse Peygamberdir. Vesile (cenneti) onundur. Vesile, Hz. Peygamber’in ümmetinin duasıyla ulaşabileceği en yüksek mertebedir. Onlar bu duayı kendisine uyduklarında mutluluğa ulaşacakları yolları açıklamasına karşılık yaparlar.
Bilmelisin ki, bu menzile giren insan, başkasında görünmeyen garip sırlar görür. Bunlardan birisi, bedbahtların amellerinin bedenlenmiş halde görünmesidir. Mutluların amelleri de bedenlenmiş ve yaratanlarının varlığını bilen sûretler olarak oradadır. (…) Böylelikle birbirlerinden ayrışır ve birbirlerine soru sorarlar. Amel sahipleri bu amelleri başarı binekleri ve kurtuluş binekleri edinir. Bu binekler onları rahmetin yerleşik olduğu yere götürür. Bedbahtların amelleri ise, onlar adına farklı, çelişkili birbirine karışan yollar meydana getirir ve hangi yolun kendilerini sahiplerine ulaştıracağını bilemezler. Bunedenle hayrete düşer ve doğruyu bulamazlar. Bu durum Allah’ın bedbahtlar dönük bir rahmetidir. (…) Böylelikle amel sahibi amelini Allah’ın rahmetine ulaştırana kadar taşımaya mecbur kalır.
Amel sûretlerinin bulunduğu yerde iki açık yol vardır: Birincisinin sonu Hakk’ın varlığı iken ötekinin bir gayesi yoktur; çünkü o yol kendisinde yürüyeni yokluğa çıkartır ve yokluk bir gaye ve sonda durmaz. Çünkü yokluk bir tanımla kontrol edilemeyeceği gibi -gerçek varlığın aksine- onunla sınırlanmaz. Gerçek varlık ise sınırlanır; kendisi mutlak olsa bile mutlaklığı gerçekte sınırlama demekktir. Gerçek varlık mutlaklıkta da sınırlı varlıktan farklılaşmıştır. (…) Bu iki yol arasında berzah olan üçüncü bir yol vardır. Onun gayesi varlık veya yoklukla nitelenmez. (…).
Sonu ve gayesi varlık olan yolda Allah’ı birleyenler, müminler, müşrikler, kâfirler ve olumlayıcı (vücûdî) inanç sahipleri yürürken, diğer yolda deistler (Tanrı’nın niteliklerini kabul etmeyenler, olumsuzlayanlar) yürür; bu yol onları bir gayeye ve sona vardırmaz. Berzah yolunda ise özellikle Allah’ı bilenler yürür. Onları Hak isbatlamış ve isbatlarında silmiş, fena hallerinde kendilerini baki kılmıştır. Onlar ölmeyen ve -Allah kulları arasında hüküm verene kadar- yaşamayan kimselerdir. (…) İki yol ehli ise onları tanımaz. Bu, Allah’ın ehline verdiği bir misaldir. Bu sayede onlar hidayete eren, sapan ve hayrete düşenlerin mertebelerini öğrenir. (…) (s.314)
Peygamber’e Verilen Altı Özellik: Bilmelisin ki, Allah, Hz. Peygamber’in mertebesini efendilik yapmıştır. O, efendi, diğerleri tebadır. (…) Dolayısıyla onun özel bir menzili varken kölelerin de bir yeri vardır. Hz.Peygamber’e bu mertebe ‘Âdem su ve toprak arasındayken’ verildi. Buradan şunu öğrendik: Hz. Peygamber ilahi bir yasa getirmek veya hikmet kaynaklı bir yasa ortaya koymak (özelliğiyle) nitelenen, tüm kâmillere yardım edendir. Bu yardımın ilk zuhur ettiği yer ise Âdem idi. Allah onu Hz. Peygamber’in halifesi yapmış, ona Hz. Muhammed’e ait cevamiü’l-kelim makamından tüm isimlerle yardım etmiştir. Âdem de, ilahi isimlerin bilgisiyle, Âdem’in varlığı hakkında Allah’a itiraz edip kendisini üstün sayanlardan üstün oldu. Sonra yeryüzünde peş peşe halifeler gelmiştir. En sonunda, iki yaratılışının bir araya gelerek mertebesinin hükmünü izhar (görünür kılma) amacıyla Hz. Muhammed’in bedeni ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber’in zuhuru bir güneş gibiydi: bütün ışıklar onun ışığında dürülmüştü. Hz. Peygamber önceki peygamberlerin şeriatlarından -ki onlar ile vekilleri gönderilmişti- onayladıklarını onaylamış, neshettiklerini neshetmiş, ümmetine olan inayeti ve onların arasında bulunmasıyla tebarüz etmişti. İnsanlar ve ateşten yaratılanların hepsi onun ümmetiydi. Fakat bunların özel bir niteliği vardı ve Allah onları ‘insanlar için çıkartılan en hayırlı ümmet’ (Âl-i İmrân, 3/110) yapmıştı.(…)” (s. 314-315)
No Comments